Zira Burası Benim Gökyüzüm 9 yaşında!

Merhaba! İlham Perisinin Kanatları‘nda yayınladığım Veda Mektubu‘ ndan beri yazdığım en duygu dolu yazı olacak sanırım. Ben bu yazının her satırına birer damla gözyaşı akıtıyorum. Gururdan mı, mutluluktan mı yoksa geride bıraktığım bir avuç anıdan mı, bilmiyorum. Hatırlıyorum ama.

Tıpkı şu anda olduğu gibi bilgisayarın klavyesinde gezinen küçücük ellerimi, tek tek bastığım harfleri sanki ‘dün’ gibi hatırlıyorum. Seneler önce ilk kez bugün, ben ilk yazımı yayınladım. Benden başka kimsenin zihninde yer etmemiş, belki 10 tıklanma sayısına bile erişmemiş bir yazı. 2 Mayıs 2010 tarihinde ‘Bu Benim Dünyam’ başlığı altında yayınlandı. Blogun ilk mail adresi, bu isimle açıldı. İlk kez kendimi o başlığın altında ifade ettim. Sayfayı yenileyip durduğumu hatırlıyorum. ‘Biri okusun, hadi biri okusun’ diye dua ederek. Sanıyordum ki, biri okuyacak ve ben kimin okuduğunu panelin istatistik kısmından göreceğim. Ne büyük bir heyecan. Türkçe öğretmenimin yazdığım kompozisyonu tahtaya çıkararak okutması ya da 23 Nisan’da Andımız’dan sonra kürsüde okuduğum iki kıtalık şiir gibi değil, başka, bambaşka bir heyecan. Çünkü şimdiki gibi değil o zaman. Blog oluşturmanın, paneli tanımanın, kendi temanı özelleştirmenin büyük emekler gerektirdiği zamanlar. Ya da daha kolaydı belki bilmiyorum, ben zorlanmıştım. Bir yazının yayına en az üç saatte hazırlandığı zamanlar benim için. Ne tasarımdan anlıyorum, ne de o arayüze renk katacak kadar Blogger platformu bilgim var. Şimdi her şeyi öğrenmesi kolay. WordPress bileşenleri hakkında bir yerde sorun yaşıyorum, hop bir internet araştırmasıyla problemi kısa sürede çözüyorum. Zordu. Yarım yamalak aldığımız bilgisayar dersleri, o zamanın parlayan blog yazarlarından gördüğüm yazı stilleriyle bir şeyler yapmaya çalışıyordum. Okunsun yeter ki, birileri yazdıklarımı duysun. Matematik defterinin sayfaları arasında kalacağına yazdıklarım, bu platformda dursun. Birileri beni okusun, varlığımdan haberdar olsun diye. Harfleri klavyede arayarak, yavaş yavaş, tek tek basarak. Bu yazıyı yazarken ilgimi çekmeye çalışan kedim yok mesela yanımda, yaşadığım şehir başka, adı ilham perisinin kanatları bile değil daha.

Yolun başı, ilk yazı. Şimdi gülerek anımsıyor olsam da ilk yazımın yarısı çalıntıydı. O yüzden sanırım, tamamen bana ait olmadığından hiç ilkmiş gibi hissetmedim. O yüzden ilk, benim için hep bir arkadaşımın doğum günü uğruna yazdığım bir kaç paragraftan ibaretti. Neden tümü bana ait olan bir yazı değildi diye şimdi hatırlamaya çalıştığımda korktuğumu anımsıyorum. Eleştiri almaktan, birinin çıkıpta ‘sen bir daha yazı yazma bence bu ne böyle’ demesinden çekinmiştim. Salaklığa bakın ki bundan çekinerek gidip o zamanın en çok paylaşılan yazılarından birini çalıp, üzerine bir kaç cümle eklemiştim. Muazzam bir zeka örneği. Çocukluk işte. İyi ki çalmışım diyemem tabi ki ama, iyi ki yayınlamışım. O ilk cesareti göstermeseydim, bugün bu serüvenin dokuzuncu senesinde, kendi sitemde bu satırlarla kendimi ifade edemeyecektim. Yazılarım günlük sayfalarında, odamdaki siyah anı kutusunda solup gidecekti. Kimse beni kelimelerimde tanımayacak, kimse yazdıklarımın içerisinde kendine dair parçalar aramayacaktı. Gelen o güzel mesajlar hiç olmayacaktı. İlk sosyal medya işimi aldığımda, gözümün içine bakıp ‘Blogun mu var?’ diye soran kişi, yazı dilime güvenip beni üniversitenin birinci yılında işe almayacaktı. Okuyucularımın Kaleminden ya da Söz Sırası Sende hiç ortaya çıkmayacaktı. Bir Devir Bitti, Duygularla Dans ve Özgür Kalemimize Kelepçe Vurdular yazılmayacaktı. ‘Bende blog açmak istiyorum, yardımcı olur musun?’ mesajları hiç varolmayacaktı. Belki gazetedeki ilk köşe yazım bile yayınlanmayacaktı. O yüzden iyi ki cesaret etmişim. Bugün onlarca yazının ardından o küçük kız çocuğuna teşekkür etmeliyim. İyi ki denedin. Çünkü o gün attığın o adım, bugün dokuzuncu senesinde hayatında kocaman bir kısım. Sahiplendiğin o küçük dünyadan, önce iham perisinin kanatlarını, sonra da zira burası benim gökyüzümü yarattın.

Bugün o çocuk halime seslenebilseydim sanırım şunları söylerdim ;
Büyümek sancılı olacak. Çünkü elinde tuttuğun saçma gençlik romanları gibi değil gerçek hayat. Düşeceksin, kalkmayı öğreneceksin. O ait olmadığını hissettiğin, dışlandığını zannettiğin zamanları kafaya takma. O gün canını sıkanlara, sonra gülerek karşılık vereceksin. İyi ki yanlarında değilsin. Onların sayesinde beladan uzak duracaksın. Kalbin çok kırılacak, ilk aşkın hüzünle son bulacak. İlk terkedilişin, kendini en değerli zannettiğin günün ardından tokat gibi yüzüne çarpacak. Bugün elinden düşürmediğin kitaplara ‘Allahım nasıl okudum ben bunları’ diyerek bakacaksın. Dost kazığı ağır olacak. Okul bahçesinin arkasında, bir kızdan koca bir tokat yiyeceksin. Buna hazırlıklı olsan iyi edersin. YGS sınavından bir gün önce, lütfen aptallık edip o son kadehi içme. Çünkü o son kadeh yüzünden kimliğini arabada unutacak, ve saat üçte sınava girememe korkusuyla uykusuz kalacaksın. Matematiği yapamayacağım diye ortalarda gezinme çünkü ters köşe olup Türkçe’den hayatının en kötü netini çıkaracaksın. Lütfen LYS sınavına tek başıma gideceğim artık büyüdüm diyerek annene karşı gelme. Yanlış otobüse binip, boş yere saçma sapan yerlerde stres yapacaksın. Tercih sonuçlarının açıklandığı günü nolur bir videoya falan çek. O mutluluk gözyaşları, inan bana kaydedilmeye değer olacak. İstanbul’daki ilk evin o yokuş olmasın derim ben, yine de sen bilirsin tabi. Yorgun biten her günün sonunda küfürler yağdırarak çıkacaksın. İstanbul’da ilk kar. Sana İzmir’de yaptığın o ilk kardan adamı ve burnuna taktığın havucu yeme isteğini anımsatacak. Gerçek dostluğun ne demek olduğunu çok iyi öğreneceksin. Bir telefonunla yanına koşacak, seninle gülüp, seninle ağlayacaklar. Sinirden ağlama problemin olacak, eskiden böyle değildi bu ne ara ortaya çıkıyor bir bak istersen. Çünkü seni epey bir yoracak. Bir teşekkürü hakediyorum bence, çünkü sırf yüksek lisansı kazan diye not ortalamasını iyi tutmaya çalışıyorum. ‘Öf bu dersi sevmiyorum’ diyerek yarım yamalak çalıştığın sınavlar yüzünden son senemi final haftalarında masada uyuyakalarak geçirmek zorunda kaldım. Hani aklında bulunsun istersen, ‘aman ya boşver’ demek yerine daha iyi çalışsaydın şu an bu kadar stres yüklü olmayacaktım. ‘Ohh üniversite, hayatımı yaşayacağım’ diye de çok fazla heveslenme. Birincisi deli gibi çalışıp kendi ayaklarının üzerinde durmaya çabalayacaksın, çok fazla halin kalmayacak. İkincisi de dünyanın en inatçı ama en özel adamına aşık olacaksın. Bu yüzden tüm lisans eğitimini diğer karşı cinse kapamak durumundasın. Ama şu detayı vermeden geçemeyeceğim, yüzüğün gerçekten güzel parlıyor. Ve inişli çıkışlı hallerine rağmen, birlikte geçen senelerin ardından kalbin hala aynı heyecanla, ikiniz için atıyor. Neyse konuyu çok dağıtmayalım. En önemlisi, yazmaktan asla bıkmayacaksın. Ve o an, o cesaretine minnettar olacaksın. Attığın adım, hayatının büyük bir parçası. Şimdi farkında değilsin ama, o bloga çok büyük şeyler yazacaksın’

Dokuz yılda, bana bu yolculukta eşlik eden herkese çok teşekkür ederim.
Ne yazık ki 2 Mayıs 2010 tarihinde yayınladığım, yarısı çalıntı o ilk yazı, blog okunmaya başladığında,  utancımdan seneler önceki ben tarafından imha edildi. Keşke sadece yayından kaldırsaydım, bugün bu yazının bir köşesine gülümseyerek bırakırdım.
Zira Burası Benim Gökyüzüm artık 9 yaşında.
İyi ki.. Kutlu olsun.

1 Yorum Var

  1. Nice mutlu yaşlarınız olsun. Takıldığınız bir yer olduğunda bana da her zaman yazabilirsiniz 🙂 iyi ki o ilk yazınızı yazmışsınız.

Yorum Yazın

Navigate
Verified by MonsterInsights