bir tutam aşk

SON ÇAĞRI (Part 2)

Öncelikle yazının birinci kısmına gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Her ne kadar bu hikayenin sizler üzerindeki etkisini daha yayınlamadan tahmin etmeye çalışsam da, bu üç kişilik karmaşayı beklediğimden çok daha candan sahiplendiniz.  Attığınız mesajların, yarım bıraktığım yerin sizde yarattığı heyecanın bir izleyicisi olmak, ilk partı yayınladığımdan beri hayatımı renklendirdi. Bu, pek çok sefer kafamda üçüncü kısımla alakalı soru işareti barındırsa da üçümüzün hikayesinin son parçası. Hikayenin bundan sonrasında yaşanan, az sonra okuyacağınız her şey, az ya da çok hepimizin hayatında bir iz bıraktı. Sebebi her ne olursa olsun, bugün tam 5 yılın ardından yüzleşmeye karar verdiğim tüm gerçekleri olabileceğim en dürüst haliyle yazmaya gayret ettim. Bilin ki, bu hikayenin sonunda o zaman içinde bulunduğum tüm karmaşa, en çok bana zarar verdi. Çünkü her şey gibi sevginin de fazlası zarardır. Ve ne yazık ki en kötü karar bile kararsızlıktan daha faydalıdır. Ben, bunu ne yazık ki çok geç anladım. Nerede kalmıştık?…

SON ÇAĞRI (Part 1)

Dinleyeceğiniz bu hikayede yer alan kişilerin kimlikleri, kim oldukları hakkında ipucu verebilecek fiziksel özellikleri, özel hayatlarından parçalar içerecek kişisel bilgileri saygı çerçevesinde gizli tutulmuştur. Hikayede gizlenmeyen tek şey, yalnızca bana ait duygular ve o dönem yaşadığım karmaşadır. Olayların akışı, 5 sene öncesinde, benim gözümde, tam olarak bu haliyle yaşanmıştır. Ön yargılarınızı bir kenara bırakabildiyseniz, başlayabiliriz. Bu bir aşk hikayesi. Ve biz, bu hikayede ne yazık ki ”benim yüzümden” üç kişiyiz.  Ben üniversitede, İstanbul’a ilk gittiğimde okulun kampüsünde beni gerçekten çok isteyen bir adamla yeni bir aşk hikayesi yazmaya başladığıma inandım. İnandım diyorum çünkü aşkın tam olarak ne olduğunu tanımlayamayacak kadar küçüktü yaşım. Yeni bir şehir, yeni bir okul, yeni heyecanlar.. Aşık olduğuma inanmak ve bir ilişkiye başlamak için çok hazırdım, dolayısıyla da ilişkimizi toksikleştiren her şeyi aşka bağladım. Epey uzunca süren bu ilişkinin içinde bir ayrıl bir barış debelenip dururken başıma bu hayatta asla geleceğine inanmadığım bir şey geldi. Ve…

Dijitalde Flört: Love Bombing, Gaslighting, Ghosting… Nihayetinde de işte kara toprak!

Şimdi bu yazıdan psikolojik bir aydınlanma bekleyen varsa kişisel gelişiminizi arşa çıkaracak kadar ultra bilgili bir uzmanlığa sahip olmadığımı hatırlatmak isterim. Narsist kişilik bozukluğuna sahip şahısların psikolojik derinliklerine inerek neden böyle şerefsizlikler yaptıklarına dair akademik çıkarımlarda bulunamam. Ya da yazının sonunda ruh sağlığınızı düzeltip üfürükçü hoca kafasına dokununca tekerlekli sandalyeden kalkan kadın gibi yeni flörtlere güvenle yürümenizi sağlayamam.  Ancak bir hususta çok yetkili ve tecrübeliyim ki bu da az sonra okuyacaklarınızı değerli kılıyor.  Biliyorsunuz ki akademik başarıda nasıl üstün bir performans sergiliyorsam beş para etmez adam seçimi konusunda da bir o kadar başarılı bir ivmeye sahibim. Mükemmel seçenekler arasından daima en kötüsünü belirler, onu adam edebileceğime inanır, hayatı hem kendime hem çevreme zindan ederim. Bu yüzden ilişkiler hususunda literatüre geçmiş ne kadar psikolojik problem ve rahatsızlık varsa hepsiyle alakalı bir tecrübem mevcut. O nedenle bugün tam olarak bunu konuşacağız. Malumunuz flört hayatımız ekonomiden daha kötü bir istatistik sunmaya devam ediyor.…

Lüzumsuz Drama

Bir drama queen olarak söz konusu ilişkiler olduğunda dert dinlemekten nefret ederim. En yakın arkadaşlarımın bile aşk hayatlarına dair hiçbir detayı bilmiyorum çünkü genellikle dinlemediğim için anlatmamayı tercih ederler. İki kişi arasındaki sorunlar bende otomatik olarak bir kusma isteği yaratıyor. Böyle önemsiyormuşum gibi de yapamıyorum çünkü tahammül edemiyorum. Bu durumun temelde daha önceki ayrılık psikoloğu deneyimlerime dayandığını düşünüyorum. Bence bizim toplumuzda bir yalancılık hastalığı var. Arsızız bu konuda. İlişkilerde dürüstlük namına hiçbir şeye sahip çıkamıyoruz. Bunun en genel tanımını da hep ‘Sorun Çıkarmamak’ için söylenen beyaz yalanlarla bahane edip açıklıyoruz. Dürüst olabilsek, tamamen kendimiz olmayı becersek hiçbir sorun kalmayacak aslında. Karşıdaki insana en kötü hallerimizi bile olduğu gibi gösterebilsek, yürütüp yürütemeyeceğimiz ilişkinin daha en başından belli olacak. Ama yok, o lanet olası canım cicim zamanında herkes bir aşka susamış melek oluyor. Sanki cennetten düşüp omzunuza konmuşçasına bir tatlılıklar, hiç böyle hissetmedimler, sen nereden çıkıp geldinler.. Kabul, belli bir süre bende…

Sevdiğim Tüm Erkeklere

İçimi ısıtan o ilk gülüş, kalbimi paramparça eden o ilk ağrı, ansızın gelen ilk öpücük.. Aşkın içinde sayısız endişe, bolca karmaşa ve asla anlayamasakta ruhu besleyen bir algoritma var. Sorsan, her ne kadar biz yaşamış olsakta yitip giden nice anıya ev sahipliği yapıyor kalbimiz. Yükü ağır, ne öylece sahip olabiliyor ne de arkanı dönüp hepsine hemen küsebiliyorsun. Ama heyecanlı, bir anda seni bambaşka bir insan yapabiliyor. Bazen aynaya bakıp kendini tanıyamayacak bir hale geliyor, üstelik bile bile hata yapma cesareti gösteriyorsun. Ben 24 yıllık ömrüme bolca hata sığdırdım. Kimi öyle hafif, öyle çocuksuydu ki hatırlamaya çalışınca ufacık bir sızı bile vermiyor bana. Bazısı körü körüne bağlılık, benliğimde uzağa adımlar saklıyor içinde. Çocukken, henüz işin içine hesap kitap girmemişken bunu anlamlandırmak çok daha kolaydı. Seviyorum demekte ağzımızda sakız. Bazen hiç sorgulamadığımı hatırlıyorum. ‘Seni seviyorum’ demek öyle kolay bir şeydi ki söylerken gerçekten bunu hissedip hissetmediğimizi bile sorgulamak gelmezdi içimizden. Daha küçücükken,…

Aşk Başkaydı Hani Kasım’da?

Ekim ayının sonunda Doku’nun Kasım kampanyası için bir fikir üretmem gerekiyordu. Scarlet Altın İğne uygulamasının pazarlama süreci için Creative Ekibe önce ayakları yere basan bir fikir, ardından da bu fikrin tüm dijital pazarlama kollarını oluşturacak bir planlama sunmak üzere uzunca bir süre düşündüm. Aşkı aldım, tanımladım, önce kendimden, sonra Doku’dan bir şeyler katarak Kasımda Aşk Başkadır projesinin fikir aşamasını tamamladım, Creative Ekip’te bu fikri geliştirerek tüm dijital platformlara Kasım Kampanyası olarak sundu. Peki bunu neden anlatıyorum? Çünkü bugün, aşkı tanımlayarak yazmaya başladığım kampanyanın son günlerinde, aşık hissetmeyi ne kadar özlediğimi gözlemliyorum. Bir yıl önce aşkı bir miktar zayıflık olarak değerlendirecek kadar bıkmış bir ruh hali içerisindeydim. O süreci zaten ‘Bir Tutam Aşk’ kategorisindeki yazılardan biliyorsunuz. Ama kampanya için yazmaya başladığımda aşkı hep iyi, hep güzel yönleriyle, özlenecek bir olgu şeklinde kaleme almışım. Hem aşkı bu kadar özleyip, hem de birini tanımaya nasıl bu kadar kapalı olabildiğim konusunda anlam veremediğim endişelerim var.…

Müsaitseniz size aşık olabilir miyim?

Uzun zamandır yazışamadık, ee tabi bende durumlar bir hayli yoğun olduğundan yazdıklarımı düzenleyip yayınlamaya hiç fırsatım olmadı. Muhtemelen sitenin taslak kısmını görseniz, beni yayınlamadığım her yazı için küçümser bir eleştiriyle üzersiniz. Ama işte özel hayat, iş telaşı, kafa yoğunluğu derken kalemimden çıkan şeyler gözüme çok pasif görünmeye başladığından yayınlamak yerine kendime saklamayı tercih ettim. Ancak yazmadığım dönemde istatistiklerde yarattığınız değişim dikkatimi çekti. Neden bilmiyorum dönüp dolaşıp ‘Bir Tutam Aşk’ kategorisini okuyorsunuz. İflah olmaz bir aşk bağımlısı gibi yazdığım her yazıyı durup durup okuduğunuz için bu kategoriye bir güncelleme yapma zamanının geldiğini hissettim. Çünkü zaman geçiyor, ben değişiyorum, düşüncelerim farklılaşıyor. İki ay önce hissettiğimle şimdi düşündüklerimin arasında bile bir uçurum açılıyor. Günlük tarzı bir blog tutmanın olumsuz taraflarından biri de bu. Yıllar önce, o an hissettiklerinle yazdığın bir yazıya bir eleştiri geliyor, ‘Ama ben onu yazdığımda çok küçüktüm, şimdi öyle düşünmüyorum ki’ diyemiyorsun. O yüzden yazarı, eski cümleleriyle değil, güncellediği yazılarla…

Aşkın Tılsımları | Ördek, Çınar Ağacı ve Nilüfer

Gülümseten anılar, kutularda saklanan hatıralar, mantık sürekli reddetse bile kalpte izi kalmış duygular.. Ne kadar silersek silelim hayatımızdan, mazide kalan her aşk bünyesinde kendi tılsımını taşır. İnsan unutulur, hatırası dahi yok olur ama o aşka tılsım olanın etkisi ömürlük seninle olur. Hep hatırlar, nerede görsen o duyguyu tanır, tanıdık bir sempatiyle önce acıtır, sonra yerini bildik bir gülümsemeye bırakır. Yitirilenin gücü ne kadar yüksekse tılsıma o kadar derin hisler yansır. Ben anılara, hatıralara o kadar kıyamayan bir insanım ki, en ufak şeyi kenarda tutar, bir fotoğrafı silerken bile elli kere düşünürüm . İyi ya da kötü, anısı varsa, değerini gözden çıkaramam. Sahibini gözden çıkarıp, anısına kıyamadığım o kadar çok şey saklı tuttum ki hayatımda, yerine yenisini koyamayacağım kadar çok ağırlığım var. Hal böyle olunca, benim ilişkilerimin tılsımları neydi acaba diye bir sorgulama telaşına giriştim. Bu kadar düşününce, kendime verdiğim cevapları da sevince  kalemi elime alıp yazmaya başlayayım dedim. İlk aşkımın…

Kırık Kalbin Hazineleri

Son zamanlarda biraz dengesizim. Karantina sürecinden mi bilmiyorum ama kendimle bu kadar baş başa kalmak oturup düşündüğüm, hissettiğim her şeyle yüzleşmek zorunda bıraktı beni. Bir süredir aynaya baktığım zaman gördüğüm kadına karşı yabancı hissediyorum. Bu sanırım alışık olduğunuz onca şeyden koptuğunuz vakit rastlaştığınız bir durum. Kendime baktığımda bazı şeyleri yitirmişim gibi geliyor nicedir. Geçen yıl çok başka bir ruh halinde, çok başka hedeflerin ortasında, sonu olmayan bir savaşta zafer kazanmaya çalışırken bugünlerim bir miktar daha carpe diem. Hadi açık konuşalım biraz.. Çoğu insan bunun farkında, uzun ilişki sonrasında yalnızlıkla geçen bir yılın içinde olmamdan kaynaklı bir durum bu, aşikar. Şimdilerde daha sert bir kabuk var sanki dışımda, bilmem neden, bir miktar daha umursamaz haller içerisindeyim. Doğrular, tabular sıkı sıkıya bağlı olduğum ne varsa hepsi bir başka gözüküyor gözüme. İnanmaya kördüğüm bağlı olduğumu sanırken, yeniden yapar mıyım sorusuna ‘asla’ dan başka cevap şansı bırakmıyorum. Mutsuzluk değil yaşadığım şey, öyle algılanmasın. Aksine,…

İçimin Derinliğinde Gün Doğdu

Bu giriş paragrafından sonra okuyacağınız yazı, taslakta tuttuğum onlarca içerikten yalnızca biri. Bugün yarım bıraktığım, yayınlamadığım yazıları okurken denk geldim. Neden yayına almadığımı o zaman ki ruh halimle anlayabiliyorum sanırım. Ama bugün, bütün her şeyi aşıp geride bıraktığımdan bir günlük gibi yalnızca okuyup çevirebileceğim bir anı sayfası benim için. Bazen öyle şeyler yaşıyoruz ki  dünya başımıza yıkılmış gibi geliyor. Sanki bir daha hiç iyileşemeyecekmişiz gibi hissediyoruz. Ne garip, bugün evden dışarı adım bile atamayacak durumdayız, gidip o satırları yazan kıza ‘Kendine gel be, bir ay sonra evden çıkamayacaksın psikolojik deli’ desem ne tepki verirdi acaba. Bu satırlar o zaman gerçekten canı yanan ve kabullenmeye çalışan bir kadının cümleleriydi. Bugün, nefret bile etmeyen bir kadının umursamazlığından ibaret.  12 Ocak 2020 – Dipsiz Kuyu Çocukken kendimi yeteri kadar iyi ifade edemediğimi düşünürdüm hep. Sanki anlatmak istediklerimi söylemek hep kötü sonuçlar doğururmuş gibi gelirdi. Belirli bir süre arkadaşlıklarımın sonu hep hüsran doğurmuştu bu…

Navigate