14. Yıl Özel: Hikayenin Esas Kızı

Mucizelere inanır mısınız? İnanın, çünkü bu okuduğunuz satırlar benim en büyük mucizem. 13 yaşımdan 14 yıllık bir emanet bugün kalemimden dökülenler. Hayatımı değiştirecek, yaşamımın sonraki 14 yılında hiç ummadığım kapılar aralayacak bir adımın mucizesi. 26 yaşında, en dürüst halimle 14 yıl öncesini anlatacağım şimdi size. Beni buraya, bu gökyüzünün altına getiren nedeni, uzunca bir zaman kendimle bile konuşmaktan kaçtığım o hikayeyi.. Hayatınızda hiç zorbalığa uğradınız mı bilmiyorum ama ben, bugün olduğum kadından çok çok uzakta, 13 yaşımda o zamana göre çocukluğumun en berbat dönemlerinden birini geçirdim. Bugün bile yüreğimi sızlatır o yalnızlık, bugün hala içimde bir parça hissediyor o üzüntüyü sanki. Çocukluk travmaları unutulmaz derler. Şimdi buradan, bu kadar yetişkin bir bakış açısından dönünce geçmişe diyor ki insan ”Ne saçma, ne gerek varmış ki bu kadar üzülmeye” ? Ama ya o zaman? Henüz küçücük bir çocukken insan, hayatında akran zorbalığı denilen şeyin öyle büyük bir önemi var ki, tüm duygularınızı…

Üçüncü Kadeh

Bu yazıyı İzmir’in en iyi date mekanlarından birinde yalnız başıma şarabımı yudumlarken yazdığımı söylesem şaşırır mısınız? Sanmam. Her türlü saçmalığı yaşayıp yazdım çünkü bu bloga. O yüzden bu saatten sonra kalemimden dökülen hiçbir satırın sizi şaşırtacağını, ‘Ne alaka Ece yaa’ tepkisine maruz bırakacağını düşünmüyorum. Öyleyse başlıyorum. Bu aralar hayat çok yoğun. Hepimiz için öyle bence ama böyle kocaman bir karmaşanın içinde kaybolmuş gibi hissediyorum kendimi zaman zaman. Fazla yoğun, fazla yorgun… Bir de galiba 25’ten sonra otomatik olarak bünyeye ‘Acaba 20’lerimin son demlerini böyle boş boş geçirmek doğru mu?’ diye bir düşünce yerleşiyor. Geçen her dakika kaybettiğiniz bir zamanmış gibi hissediyor, gençliğiniz elden gitmeden önce dolu dolu bir hayatın peşinden koşuyorsunuz. Ne garip 25 bariyerini aşmak, 30’a yaklaştıkça daha bir geç kalmışlık hissi taşımak.. Çoğu insan 30 yaşın çok abartıldığını söylese de ben gelecek senelerden biraz korkuyorum sanırım. Yalan yok, 20’lerimdeki kadar genç hissedememek, artık eskisi kadar içememek, çok sık…

SON ÇAĞRI (Part 2)

Öncelikle yazının birinci kısmına gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Her ne kadar bu hikayenin sizler üzerindeki etkisini daha yayınlamadan tahmin etmeye çalışsam da, bu üç kişilik karmaşayı beklediğimden çok daha candan sahiplendiniz.  Attığınız mesajların, yarım bıraktığım yerin sizde yarattığı heyecanın bir izleyicisi olmak, ilk partı yayınladığımdan beri hayatımı renklendirdi. Bu, pek çok sefer kafamda üçüncü kısımla alakalı soru işareti barındırsa da üçümüzün hikayesinin son parçası. Hikayenin bundan sonrasında yaşanan, az sonra okuyacağınız her şey, az ya da çok hepimizin hayatında bir iz bıraktı. Sebebi her ne olursa olsun, bugün tam 5 yılın ardından yüzleşmeye karar verdiğim tüm gerçekleri olabileceğim en dürüst haliyle yazmaya gayret ettim. Bilin ki, bu hikayenin sonunda o zaman içinde bulunduğum tüm karmaşa, en çok bana zarar verdi. Çünkü her şey gibi sevginin de fazlası zarardır. Ve ne yazık ki en kötü karar bile kararsızlıktan daha faydalıdır. Ben, bunu ne yazık ki çok geç anladım. Nerede kalmıştık?…

SON ÇAĞRI (Part 1)

Dinleyeceğiniz bu hikayede yer alan kişilerin kimlikleri, kim oldukları hakkında ipucu verebilecek fiziksel özellikleri, özel hayatlarından parçalar içerecek kişisel bilgileri saygı çerçevesinde gizli tutulmuştur. Hikayede gizlenmeyen tek şey, yalnızca bana ait duygular ve o dönem yaşadığım karmaşadır. Olayların akışı, 5 sene öncesinde, benim gözümde, tam olarak bu haliyle yaşanmıştır. Ön yargılarınızı bir kenara bırakabildiyseniz, başlayabiliriz. Bu bir aşk hikayesi. Ve biz, bu hikayede ne yazık ki ”benim yüzümden” üç kişiyiz.  Ben üniversitede, İstanbul’a ilk gittiğimde okulun kampüsünde beni gerçekten çok isteyen bir adamla yeni bir aşk hikayesi yazmaya başladığıma inandım. İnandım diyorum çünkü aşkın tam olarak ne olduğunu tanımlayamayacak kadar küçüktü yaşım. Yeni bir şehir, yeni bir okul, yeni heyecanlar.. Aşık olduğuma inanmak ve bir ilişkiye başlamak için çok hazırdım, dolayısıyla da ilişkimizi toksikleştiren her şeyi aşka bağladım. Epey uzunca süren bu ilişkinin içinde bir ayrıl bir barış debelenip dururken başıma bu hayatta asla geleceğine inanmadığım bir şey geldi. Ve…

Nutuk’un Son Sayfası: Atatürk’ün Türk Gençliğine Bıraktığı Emanet

Gazi Mustafa Kemal Paşa CHP kurultayında Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel resmi tarih kaynağı “Büyük Nutuk”u okumaya başladı. Nutuk’un okunması tam altı gün 36 saat 33 dakika sürdü. Kongre’nin son günü olan 20 Ekim 1927’de son sayfayı okurken Atatürk’ün sesi kısılmış, gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Gözyaşları içinde son cümleyi okuduktan sonra cebinden çıkardığı mendil ile gözlerinin yaşını silmiş ve alkış tufanı arasında kürsüden inmişti. Bu sırada neredeyse herkes onunla birlikte ağlamaktaydı… Çünkü o son sayfayı ‘’gelecekteki çocuklarına’’ ayırmıştı. Mustafa Kemal Atatürk: Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet Saygıdeğer efendiler, Sizi günlerce alıkoyan uzun ve ayrıntılı konuşmam, en sonunda geçmişte kalmış bir dönemin hikayesidir. Bunda, ulusum için ve gelecekteki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktalar belirtebilmiş isem, kendimi mutlu sayacağım. Efendiler, Bu konuşmamla, ulusal hayatı bitmiş sanılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç,…

Altını Çizdiğim Cümleler: Kuyucaklı Yusuf

Kendimi bildim bileli kitap okumaya aşığım. Okuyamadığım, vakit ayıramadığım zamanlarda o kadar kötü hissediyorum ki, bir kabahat işlemişçesine huzursuz oluyorum. Ama el mahkum yaş büyüdükçe, hayatın akışına ciddi sorumluluklar ve stresler eklenince kitaplara ayrılan zaman azalıyor ne yazık ki. Öyle gençlik romanlarındaki vampirler, aşklar, kaçamaklar da çıkıp gidince hayatınızdan haliyle bir süre sonra D&R’da ‘Çok Satanlar’ kategorisini es geçmeye başlıyorsunuz. Tıpış tıpış Türk ve Dünya Edebiyatı bölümüne yöneliyor, Kişisel Gelişim’de birkaç tur atıyor, sevdiğiniz tarza yakın keşfedilmemiş bir hazine bulurum umuduyla saatlerce rafları inceliyorsunuz. Belki de bundan sebep eskiden okuduğum kitaplara bir dönüş yaşıyorum bu aralar. Şu anda yanı başımda Jane Austen’ın Gurur ve Önyargı’sı duruyor mesela. Bir de sanırım ortaokuldan beri, okurken en büyük alışkanlığım kitaplarda hoşuma giden, sevdiğim cümlelerin altını çizmek. Bu öyle bir alışkanlık ki, sırf kitapları yıpratmamak ya da arka sayfaya geçen mürekkeplerle uğraşmamak için özel kalemlerim bile var. Kütüphanemin başına geçip, bir kitap seçip, ara…

Dijitalde Flört: Love Bombing, Gaslighting, Ghosting… Nihayetinde de işte kara toprak!

Şimdi bu yazıdan psikolojik bir aydınlanma bekleyen varsa kişisel gelişiminizi arşa çıkaracak kadar ultra bilgili bir uzmanlığa sahip olmadığımı hatırlatmak isterim. Narsist kişilik bozukluğuna sahip şahısların psikolojik derinliklerine inerek neden böyle şerefsizlikler yaptıklarına dair akademik çıkarımlarda bulunamam. Ya da yazının sonunda ruh sağlığınızı düzeltip üfürükçü hoca kafasına dokununca tekerlekli sandalyeden kalkan kadın gibi yeni flörtlere güvenle yürümenizi sağlayamam.  Ancak bir hususta çok yetkili ve tecrübeliyim ki bu da az sonra okuyacaklarınızı değerli kılıyor.  Biliyorsunuz ki akademik başarıda nasıl üstün bir performans sergiliyorsam beş para etmez adam seçimi konusunda da bir o kadar başarılı bir ivmeye sahibim. Mükemmel seçenekler arasından daima en kötüsünü belirler, onu adam edebileceğime inanır, hayatı hem kendime hem çevreme zindan ederim. Bu yüzden ilişkiler hususunda literatüre geçmiş ne kadar psikolojik problem ve rahatsızlık varsa hepsiyle alakalı bir tecrübem mevcut. O nedenle bugün tam olarak bunu konuşacağız. Malumunuz flört hayatımız ekonomiden daha kötü bir istatistik sunmaya devam ediyor.…

Nerede kalmıştık?

Galatasaray’a dönen Fatih Terim gibi konuya girmek istemezdim fakat ‘Yeni gelmedim, geri geldim’ demekten daha kabul edilebilir bir başlık seçmem gerektiğini düşündüm. Hakkınızı yiyemem, yokluğumda dahi blogu ayakta tutacak kadar ziyaret ettiniz. Hatta zaman zaman geçmiş yazılarda hatrı sayılır aylık okunmalar alınca ‘Pardon, beni o satırlarla yargılamazsanız sevinirim. Malum, birazcık büyüdüm de’ deme isteğimi kontrol altında tutmakta epeyce zorlandım. Şimdi geçmişin sır perdesini aralamışım gibi olmasın ama e-posta aboneliğinde olan eski okuyucularım gelen bildirime bir miktar şaşırabilir, hatta ‘Hayırdır inşallah’ söyleminde dahi bulunabilir. Haklısınız, sanırım iki yıl oldu sizlerle konuşmayalı. Ara ara, el mahkum her blogger gibi reklam ve işbirliği içerikleriyle yaşadığımı belli etsem de bu süre zarfında duygularımı, hayatımı ve kararlarımı dökmedim satırlara. ‘Ne oldu da buradasın?’ derseniz ona da verecek bir cevabım yok aslında. Sitenin yıllık ödemesi gelmiş, onu hallettim az önce. Blogger Tasarım’dan Ebubekir Bey gelip ödemeyi hatırlatmasa ya da domain süresi bitince İsim Tescil ‘Bak uzatmıyorsan…

Bir Ürün Üzerine Pazarlama Stratejisi Nasıl Oluşturulur?

Pazarlama ve Marka Yönetimi Yüksek Lisans Programı’nın ilk döneminde stratejiler üzerine oldukça yoğun çalıştık. Neredeyse tüm dersler için final makalelerini bir pazarlama stratejisi oluşturmak üzerine kurguladık. Genel olarak bir ürün, bir durum ve bir sorun karşısında oluşturduğumuz pazarlama stratejileri için yaptığımız yoğun araştırmalara ben de bir katkı sağlamak istedim. Bize bir ürün verildiğinde ve belirli teoriler çerçevesinde bir pazarlama stratejisi oluşturmamız istendiğinde bunu nasıl yaparız? Bir kahve üreticisi olduğumuzu düşünerek, ”soğuk kahve” ürünü özelinde bu durumu aşağıdaki gibi inceleyebiliriz. Not: Aşağıdaki örnek ve detaylı açıklamalar Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Pazarlama ve Marka Yönetimi Yüksek Lisans’ında final makalemden cümleler içerir. Litaretüre kayıt edilmiştir. Eğer bir ödev için araştırma yapıyorsanız, buradaki açıklamaların aynısını aldığınız an intihalden kalırsınız. Şimdiden uyarayım 🙂 Ancak sizden beklenen yaklaşık olarak böyle bir bakış açısıdır. Vize ve final makalelerimin ikisinde de 100 aldım. Stratejinizi oluştururken aşağıdaki örnekleri inceleyebilir, bu örnekler üzerinden kendi özgün stratejinizi oluşturabilirsiniz. Örnek 1:…

İmkansızın Masalı: Galata ve Kız Kulesi’nin Aşkı

İstanbul’a ilk geldiğimde böyle Polat Alemdar gibi Kız Kulesi’nin karşısına geçip silüetine adanan efsaneleri dinlerdim. O zamanlar Üsküdar Sahil şimdiki gibi boydan boya yürüyüş alanı değildi. Kulenin karşısına sıralanmış büfeler kıyıyı sedirlerle doldurmuştu. Dönemin tartışmalarında o sedirlerin çok kötü bir görüntü olduğunu söyleyip kaldırılması yönünde çalışmalar başlattılar. Ama ben bayılırdım orada oturmaya. Üzerime bir şal alıp ayaklarımı uzatmak, Kız Kulesini izleyerek çay yudumlamak aşırı mutlu ediyordu beni. Hatta ruhumun en sıkıldığı zamanlarda oraya koşar, kalabalığın arasına karışır, kafa dinlerdim. O bayağılık, herkesin şikayet ettiği kalabalık bana kendimi iyi hissettirirdi. Bu olayı da hiç anlamıyorum zaten. 16 milyonluk bir şehirde yaşayıp, şehrin en ünlü mimarisinin önündeki kalabalıktan yakınıyorsun. Git Bayburt’ta falan yaşa o zaman. Türkiye’nin en az nüfuslu şehri, her şeyden şikayet edenler için biçilmiş kaftan.. Şimdi dümdüz olan o sahil yolu o zaman her köşede sedirleriyle hep kalabalıktı. Bende özellikle bu şehirdeki ilk senemde koşup giderdim dillere destan Kız Kulesi’ni…

Navigate
Verified by MonsterInsights