SON ÇAĞRI (Part 1)

Dinleyeceğiniz bu hikayede yer alan kişilerin kimlikleri, kim oldukları hakkında ipucu verebilecek fiziksel özellikleri, özel hayatlarından parçalar içerecek kişisel bilgileri saygı çerçevesinde gizli tutulmuştur. Hikayede gizlenmeyen tek şey, yalnızca bana ait duygular ve o dönem yaşadığım karmaşadır. Olayların akışı, 5 sene öncesinde, benim gözümde, tam olarak bu haliyle yaşanmıştır.

Ön yargılarınızı bir kenara bırakabildiyseniz, başlayabiliriz. Bu bir aşk hikayesi.
Ve biz, bu hikayede ne yazık ki ”benim yüzümden” üç kişiyiz. 

Ben üniversitede, İstanbul’a ilk gittiğimde okulun kampüsünde beni gerçekten çok isteyen bir adamla yeni bir aşk hikayesi yazmaya başladığıma inandım. İnandım diyorum çünkü aşkın tam olarak ne olduğunu tanımlayamayacak kadar küçüktü yaşım. Yeni bir şehir, yeni bir okul, yeni heyecanlar.. Aşık olduğuma inanmak ve bir ilişkiye başlamak için çok hazırdım, dolayısıyla da ilişkimizi toksikleştiren her şeyi aşka bağladım. Epey uzunca süren bu ilişkinin içinde bir ayrıl bir barış debelenip dururken başıma bu hayatta asla geleceğine inanmadığım bir şey geldi. Ve ben dahil, yakın çevremi inanılmaz bir kaosun içine sürükledi.

Bu noktada hikayenin akışının daha iyi anlaşılabilmesi için rumuz kullanmaya başlayacağım. O dönem uzun ilişki içerisinde olduğum kişiye Aslan diyelim. Aslan’la ilişkimiz bana kalırsa alışkanlık temeline kuruluydu. Ben İstanbul’da kendi ayaklarımın üzerinde durmaya başladığım sıralarda onun yanımda olmadığı bir an anımsamıyorum. Hayatımı kolaylaştıran, hiç tanımadığım bir şehirde çevre kazanmamı sağlayan, bana herhalde sevgiliden daha çok abilik yapan bir adamdı. Birbirimizi çok sevdiğimize inanıyorduk o zamanlar. Ancak bu inanç zamanla ”Zaten Ece hep yanımda” mantığına dönmeye başladı. Uzun ilişkilerde alışkanlık söz konusu olduğunda çekip gitmek o kadar da kolay olmuyor maalesef. Anlaşmazlıklar, kavgalar, hatta kendinizi kaybettiğiniz saygısızlıklar içerisinde bile iki tarafta ilişkinin bitmeyeceğinden emin tepkiler verebiliyor. Son dediğiniz hiçbir şey genellikle son olmuyor. Bunu biliyor, olması için çaba gösteriyor ama bir türlü olduramıyorsunuz. İşte tam da böyle bir durumda, ben, ikimizi de yoran bu iki yıllık ilişkiden kurtulmak istedim ve onu terkettim.

Verdiğim karar aslen yokluğumun anlaşılması için miydi yoksa gerçekten artık mutlu olamadığım bu hikayeyi bitirmek mi istedim inanın bilmiyorum. Tek bildiğim daha fazla devam edemediğimdi. Hakettiğim değeri göremediğim bir yerde daha fazla durmaya gücüm yoktu ve onu terkettim. Son göz göze gelişimizde üzgündü ama gözlerinde gördüğüm şey biten bir aşkın acısı değil, geri döneceğimin rahatlığıydı. Ondan asla gidemeyeceğime emindi, bizi ayrılığa götüren bu düşünceyi o kadar benimsemişti ki bana gitme bile demedi. Ben de ilk kez asla dönmeyeceğime emindim, bu yüzden ondan uzağa attığım her adımın başkasına gittiğini göremedim. Sosyal medya hesaplarımdan fotoğraflarımızı temizledim, Aslan’ı her yerden silip engelledim. Beni kaybetmeyeceğinden bu kadar emin bir adamı silmenin verdiği hazzın tadını çıkardım, hatta güzel güzel hikayeler attım. Bir film açtım, izlerken uyurum, böylece günü de bitiririm sandım. Ta ki o mesaj gelene kadar.

Anlayamadın ya… Ama o anladı. O beni anladı.

Hikayenin bu kısmında Kartal’la tanışacaksınız. Kartal, benim İzmir’den beri tanıdığım, o dönem okuduğum ikinci üniversitede de denk geldikçe vakit geçirdiğim bir arkadaşımdı. Birbirimizi uzun zamandır tanıdığımız için eskilerden konuşmak, İzmir’i anmak, yeni hayatımızı paylaşmak ikimize de iyi geliyordu. Öyle çok yakın bir ilişkimiz yoktu ama birbirimize özellikle o geceden önceki dönemde vakit ayırmaya çalışmış, arkadaşlığımızı ikimizin de yeni geldiği bu şehirde devam ettirmeye odaklanmıştık. Aramızda arkadaşlığın ötesinde bir şey yoktu, hatta ben onu daha sonra olacak her şeyden habersiz bir gün ayaküstü Aslan’la bile tanıştırmıştım. Gelen mesaj ondandı, yanlış hatırlamıyorsam attığım hikayeye yanıt vermişti ve çok hasta olduğunu söylemişti. Önceki görüşmelerimizde tek başına yaşamanın ve aileden uzak olmanın en kötü yanının hasta olunca sana bakacak kimsenin olmaması olduğundan söz etmiştik. Sohbetimiz yine bunun üzerine dönmeye başlayınca ben ”Bu kadar hastaysan gelebilirim” dedim, o da ”Bekle, seni almaya geliyorum” dedi. Bir arkadaşla vakit geçirmenin kafamı dağıtacağına inandığım, biraz da açıkçası onunla konuşmak bana hep çok iyi geldiği için hazırlandım. Hasta hasta Avrupa Yakası’nın en uzak köşesinden Anadolu’ya beni almaya geldi. Ben ona baktım, iyileşmesi için bir şeyler yaptım, o da her zaman ki gibi beni dinledi.

Bütün geceyi sıfır uykuyla sohbet ederek, saçma sapan anılarımızdan bahsederek, bir şeyler izleyerek geçirdik. Sürmeyen ilişkilerimizden, ailelerimizden, işimizden, okulumuzdan, her zaman yaptığımız gibi aklınıza gelebilecek her şeyden konuştuk. Bu birlikte uzunca geçirdiğimiz ilk vakit değildi, o yüzden sabahlamak, hiç durmadan konuşmak ikimize de yanlış gelmedi. Kartal, hayatımda tanıdığım diğer insanlardan biraz daha farklıydı. Daha soğuk, daha mesafeli, daha olgun ama çok eğlenceli. Ona bir şeyi anlatmak için çoğu zaman kendinizi yormanıza gerek yoktu, zaten anlardı çünkü. Hani sizi sizden daha iyi anlayan insanlar vardır, o da benim için onlardan biriydi.

Birlikte geçirdiğimiz süre uzadıkça ben kendimi asla anlaşılmadığım bir yeri terkedip konuşmadan da anlaşıldığım bir yere varmışım gibi hissettim. Arkadaşlıkta böyle şeyler olur, kendime asla aksini söyleyemezdim. Ama o söyledi.

Çok fazla güldüğümüz, kahkahalar attığımız bir an durup gözlerimin içine baktı. Belki saniyeler süren bir andı ama hafızamda ağır ağır akan bir zaman olarak kaldı. Gözlerini gözüme kilitledi, bir anlık refleksle beni öptü. Ama öyle bir öpüşme değil; masum, kısacık bir an. Şu an bile o zamanki şaşkınlığımı hatırlıyorum. Bir şeyler söylemem lazımdı ama içinde bulunduğumuz durumu anlamamıştım. Konuşmak için hamle yaptım, beni durdurdu ve arkadaşlığımızın temeline dinamitler yerleştiren o cümleyi kurdu. ”Ece, ben sana aşık oldum”. Ne? ”Kartal, yapma” dedim. Sözümü kesti, ”Biliyorum, yeni bir ilişkiden çıktın. Hazır değilsin. Bir şey olsun diye de söylemiyorum bunu hissettiğim şeyi dile getiriyorum” dedi. ”Ben yeni bir şeye hazır değilim, hala…” diyecek oldum. ”Beklerim” dedi. ”Yanında olurum, seni dinlerim, anlarım. Konuşuruz, birlikte atlatırız”. Bugün hala bana bunları söylerken takındığı ifadeyi, ses tonunu, bakışını unutamıyorum. Onun duygularını o kadar hissettim ki o gün, ne yalan söyleyeyim etkilendim. Cesaretinden, dürüstlüğünden.. Bu ilk kıvılcımın ikimizi de yakacağını hiç bilmeden.

Kafam çok karışıktı, başka birini henüz unutamamışken böyle bir şeyin içinde bulunmak yanlıştı. Ama Kartal zaten her şeyin farkındaydı, beni buna rağmen istemiş olması yaptığı konuşmayı daha özel kıldı. Belki çıkıp gitmeliydim o evden, belki o gün yapsaydım bunu bu kadar zorlaşmayacaktı her şey ama engel olamadım kendime. Ona sığındım. Beni sevmesine izin verdim, kafamın bütün karışıklığına rağmen yanında kalmak istedim. Asla beni rahatsız eden bir adım atmadı, canımı sıkacak bir cümle bile kurmadı. Duygularını açık açık ifade etti ama arkadaşlığımızda olduğu gibi davranmaya da devam etti. Bu anlayışı bile o an benim için o kadar önemliydi ki hissettiğim şeylerin arkasına sığındım, bir öpücükle ”Bekle” demeye çalıştım. ”Belki bir şansımız olur”.

Beyaz atlı prensim, gerçekten sen olabilir misin?

Bundan sonraki günlerde evlerimiz arasındaki kıta ve mesafe farkına rağmen sürekli birlikte vakit geçirdik. O yeni bir eve geçmek istiyordu, ben de bu süreçte ona yardım etmeye çalışıyordum. Buluşmalarımızın sonunda her eve dönüşümde içinde bulunduğum durumu sorguluyor, Aslan’la yaşanılanlardan sonra tüm bu hissettiklerimi nereye koymam gerektiğini anlamaya çalışıyorum. Evimin Aslan’ın yaşadığı yere olan mesafesi, arkadaş ortamımızın yakınlığı derken benim kendi düzenime dönüşlerim kafamı karıştırmaya, beni yormaya başlayınca, Kartal bu durumu bana çok belli etmese de hissetti. Kendimi Kartal’ın yanında çok iyi hissediyordum ama eve dönerken Aslan’la karşılaşmaktan çok korkuyordum. Kartal’a karşı koruduğum dürüstlüğü Aslan’la karşılaşınca koruyamayacağımı hissediyor, kafamın karışma ihtimali kendi evime döndükçe beni daha çok yoruyordu.

Bir gün okul çıkışı, Kartal beni arabayla aldı, birlikte alışverişe gittik. Gratis’e girdik. ”Ece, ne kullanıyorsan al” dedi. ”Benim evimde de olsun, dönmek zorunda kalma. Dolapta da yer açayım, bir kaç eşya alalım. Eve gitmek zorunda hissetme kendini”. Şimdi kızlar, yedi cihan dizin karşıma ben bu adamın o zamanki haline düşmeyecek bir tane kadın bulamam. Zaten yakışıklı, çok güzel bir işi, çok güzel bir arabası var. Giyinmeyi, gezmeyi, konuşmayı, anlamayı en önemlisi de kadın ruhunu çok iyi biliyor. Delirirsiniz yani, neyin içerisinde olursanız olun size öylece bakan bir adam çıksın karşınıza hepiniz delirirsiniz. Ben de delirdim işte, ayaklarım yerden kesildi. Bana dair her şeyi bilme isteği, romantizmi, bakışı, gülüşü, inceliği, her şeyi huzurdu. O kadar güvendeydim ki onun yanında, o kadar mutluydum ki ayrıldığımız an aklıma gelebilecek bütün kötü düşüncelerden uzak kalmak için eve dönmek dahi istemiyordum. En önemlisi de biz, Aslan hakkında bile konuşabiliyorduk. Beni anlamak için kendi sınırlarını zorluyor, iyi hissetmem için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Örneğin Gratis’in içinde ben kendime onun evi için kişisel bakım malzemeleri seçerken eline bir terlik alıyor ”Bak ne buldum bunu bende giyersin alalım mı?” diyordu. Benim için, bize hayatında yer açmaya çalışıyordu.

Zamanla bunu bir adım öteye taşıdı, yeni taşınacağı evin sürecine beni daha çok dahil ederek, birlikte yaşayacakmışız gibi davranmaya başladı. Nitekim evlere baktık, ilanları araştırdık, benim fikirlerimi de göz önünde bulundurarak güzel bir recidence dairesinde karar kıldık. Kendimi dahil ve ait hissetmem için evin kontratına imzamı ekletti, güzel bir kutuda bana özel yapılmış renkli bir anahtar hediye etti. Evi birlikte taşıdık, her köşesine ikimizin resimlerini astık. Böylece banyo dolabında bana ayırdığı yer, yatak odasında benim için boşalttığı dolap rafı, hatta giyebilmem için alınan terliklerle birlikte ben kendi evime haftada iki gün uğrar oldum. Bundan sonraki süreç, iş, okul, eve dönerken aldığımız kırmızı şarap, en sevdiğimiz yerden söylediğimiz pizza, Netflix’in altını üstüne getirdiğimiz günlerle çok keyifli geçti. Ben part time kendi mesleğimi yaptığım için çoğu zaman evde tek başıma kalmaya, o da işe gidip müşteri ziyaretleri arasında beni özleyip beş dakikalığına eve dönmeye başladı. Kötü giden bir masalda, karanlık ormanda, prensesi kurtarmaya gelen prensler olur ya, işte tam olarak öyle, beni içinde bulunduğum her şeyden çekip çıkarmayı başardı. O kadar çok şey yaptık ki birlikte, eğlenmediğimiz bir an bile hatırlamıyorum. Beni arkadaşlarıyla tanıştırdı hatta gittiğimiz bir barda sahneye çıkıp gözümün içine baka baka şarkı söyledi.

Elleri ellerime,
Gözleri gözlerime,
Saçları saçlarıma karışan,
Bir sen olsan.

Ama hiçbir masal sonsuza kadar sürmez. Hele ki böyle hikayelerde. Bizim film tadındaki hikayemizin de ilk sınavı böylece geldi. Çünkü Aslan geçen zamanla birlikte yokluğumu farketmişti.

Alo Asena, İstanbul’a gelmen lazım.
Benim kafam çok karışık. Napıcam?

Tabi ben bu süreçte Asena’ya olan biten her şeyi anlattım. Çok kısa bir sürede bu kadar mutlu olmam onu korkutsa da, olabilecek her şeyi ilk öngören yine o olsa da, her zaman olduğu gibi bana destek oldu. Hatta ”Kanka sana çok ihtiyacım var” dediğim için kalkıp İstanbul’a geldi. Birlikte vakit geçirdik, olan biteni anlamaya çalıştık, uzun uzun konuştuk. ”Biraz sakin ol, ne hissettiğini anlamaya çalış’. Şu an duygusal boşluktasın. Ece, bu işin sonunda biri üzülecek. Lütfen dikkat et, üzülen sen olma. Yoksa seni ben bile toparlayamam” dedi. Çok haklıydın Asena’cım, gerçekten muazzam bir ileri görüşlülük.

Ben mutlu peri masalımda kafa karışıklığıyla Kartal’a aşık olmaya başlarken, Aslan aşk acısının sınırlarında yokluğumla boğuşmaya başlamıştı. Ben yaşadığı durumu etraftan gelen göndermeli bir kaç tweet ve hikayenin ekran görüntüsü kadar sanarken olay, dönmediğim evimin önünde araba içinde sabahlamaya kadar varmıştı. Üstelik odamın asla yanmayan ışığından şüphelenmeye başlayacak kadar. Ben durumun ilk sinyalini Kartal’la bayram tatilinde İzmir’e gelmek için bavul toplarken aldım. Telefonum çaldı, arayan Aslan’ın en yakın arkadaşıydı. Açtım. Telefonun ucundaki sesten hopörlörde olduğumu çok net anladım.

–  Alo, kanka nasılsın?
+ İyiyim, sen nasılsın?
– ”İyiyim bende, görüşelim mi?’
+ Bavul topluyorum, İzmir’e gidicem.
– Kiminle?
+ Kartal bekliyor, kapıda.
– Birlikte mi gideceksiniz?
+ Evet.
– Sizin aranızda bir şey mi var?
+ ….
– Ece ilişkiniz mi var?
+ İlişkimiz falan yok. Kafam karışık. Gitmem lazım. Sonra konuşuruz.

Sonradan öğrendiğime göre bu konuşma sırasında Aslan orada ve dinliyor. Ben telefonu ”Hayır ya ne ilişkisi biz arkadaşız saçmalama” diye kapatmadığım için zaten birkaç kez Kartal’ın beni eve bıraktığını gören arkadaşlarının söylemleriyle şüphelendiği şeyle yüzleşiyor. Arkadaşına dönüp ”Olum bu herif Ece’ye açılmış, belli” diyor. O sırada İzmir yolunda olan biz, Kartal’la bu konuyu konuşuyoruz. Bana ”Ne hissediyorsun?” diye soruyor, ”Bilmiyorum, ne alaka arıyor ki beni. Saçma’ diyorum. İçime bir kurt düşüyor. Konuyu kapatıyor, müziğin sesini açıyorum. Defalarca dinlediğimiz şarkı çalıyor.

Kızıp gülmen bile noksansız.
Bazen hayranım bu kırılgan gücüne,
Bile bile avucundayız.

Sabaha karşı İzmir’e varıp Kordon’da güneşin doğuşunu izliyoruz. Her şeyden uzak, bize ait bir şehir. Kartal beni eve bırakıyor, geri kalan günler için ortak arkadaşlarımızla plan yapıyoruz. Bu süre zarfında Aslan aşk acısını sosyal medyaya açık açık yansıtıyor, ben bir bayram ziyaretinde Öykü’den gelen ekran görüntüsüne bakıp suçluluk duyuyorum. Sinirli, kızgın ama suçlu hissediyorum. O üzülürken mutlu olduğum için. İzmir’deki günlerimiz keyifli geçiyor, arkadaşlarımızla çok güzel vakit geçirip ailelerimizle özlem gideriyoruz. Bu sırada Kartal ananemlerle tanışıyor, annemle selamlaşıyor, ben onun annesiyle karşılaşıyorum. Bana araba sürmeyi öğretiyor, kuzenlerimle vakit geçiriyor, İstanbul’a dönmeden önce birlikte İzmir’in tadını çıkarıyoruz.

Karar ver artık, kimi daha çok sevdiğine…

İstanbul’a döndükten sonra işe dönüş, okul, hayat derken bir akşam çok hastalanıyorum, Kartal’da beni doktora götürmek için çıkıp geliyor. Bu sırada nasıl olduysa Aslan’a haber gidiyor. Ben iğne, serum, ilaç derken biraz toparlanmaya, Kartal’da beni yalnız bırakmamak için yanımda olmaya çalışıyor. Hastanede işimiz bittikten sonra evde yalnız kalmayayım diye ona gidiyoruz. Yolda, telefonuma bir bildirim düşüyor.

1 yeni mesaj:

O yanındakine ben ”kardeşim” dedim bizi tanıştırdığında. Elini sıktım lan, elimi uzatıp ”Hoşgeldin kardeşim” diyip elini sıktım. Katil olucam! Ben napayım şimdi Ece! Ben yanmayan odanın ışığına bakarken sen onunlasın. Onun yanındasın. Bize bunu nasıl yaptın? Onun için mi bitirdin bizi! Şimdi söyle o yanındakine beklesin. Görülecek bir hesabımız var.

Mesajı nefessiz okudum. Kafamı çevirip Kartal’a baktım. Anladı. Tam Aslan’dan diyecektim, telefonum çalmaya başladı. Ekranda haftalardır görmediğim o yazı ”Aslan arıyor…” Cevapla  ya da Reddet. Elim ayağım titredi, hastalığımda çıkan ateşim bu kez stresten daha da arttı. Kartal’a baktım. Ne yapacağımı görmek ister gibi, gözlerime odaklandı. Kalp atışımın sesini duya duya telefonumun ekranına baktım. Derin bir nefes aldım ve maalesef ilk hatamı o tuşa basarak yaptım; Cevapla.

Telefonda ağlayan bir ses, kulağımı sağır edecek bir yükseklikte bağırıyor. ”Özle diye bekledim. Dön diye bekledim, sen bize bunu nasıl yaptın ya? Yanında dimi, şu an onun yanındasın dimi Ece! Kafayı yiyeceğim, aç hopörlörü. Aç duysun! ………’nda oturuyorsun lan öğrendim. Bekle beni! Ben geldiğimde o evde olma Ece. Ben geldiğimde sakın onun yanında olma.”

Telefonun ucundaki hiç bitmeyen bağırış, benim gözlerimden akan yaşlar ve ani bir manevrayla arabanın sağa çekilmesi.. Bana bir asır gibi gelen şey aslında saniyeler sürdü. Aslan telefonun ucunda sinirle bağırıp ağlarken ben yaşlı gözlerimle soluma, Kartal’a baktım. Sinirli ama beni incitmek istemeyen bir ifadesi vardı. Gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. ”Rahat rahat konuş.” dedi. ”Ben dışarıda beklerim”. Kapıyı açtı, indi. Arabanın kaputuna oturdu. Otobanın kenarında, o arabada, ağlayarak Aslan’ı dinledim. ‘‘Buraya gel Ece. Seni seviyorum, nolur buraya gel.”

Haftalar sonra, iki yıl boyunca sevdiğim adamın sesini duymak.. Hiçbir şey hissetmemem gerekirdi. Özellikle o arabada, başkasının yanındayken. Ama kendimi ağlamasına üzülürken buldum.  Ben ağlıyorum, o ağlıyor.. Hıçkırıklarımız arasında telefonun ucunda cılız bir şarkı sesi duyuluyor.

Nefret dolu bakışlarla mutluluğunu izledim.Kıskandım deli gibi çoğu zaman ölmeni istedim.Nasıl böyle umursamaz bir şeytana dönüştün?Öylece sevdiğim kadının gidişini izledim.

Gözlerimdeki yaşlarla dönüp arabanın kaputuna yaslanmış Kartal’a baktım. Biri telefonda, biri karşımda. Aslan’ı tam olarak unutamamıştım ama Kartal’la çok mutluyum. İkisini de seviyordum, yemin ederim. Nasıl oluyor demeyin, oluyor işte. İnsan, iki kişiyi aynı anda sevebiliyor. Ama o an, birinin yanında durmak zorunda olduğumu anladım. Eninde sonunda birini seçmek, bir diğerini incitmek zorunda kalacağımı.. Üstelik ikisine karşı da bir şeyler hissederken.

Telefonun ucundan bir ses geldi, ”Hadi Ece, nerdeysen söyle gelip seni alayım. Konuşalım.”
Bir seçim yapmam lazımdı. Kartal daha fazla dışarıda beklemeye dayanamadı. Derin bir nefes aldı, arabaya binip kemerini taktı, dönüp yüzüme baktı. ”Ece, kapat şu telefonu. Lütfen eve gidelim”

Bir cevap vermem gerekti. Onlara değil ama, önce kendime. Gerçekten istediğim hangisiydi?

Part 2’de görüşmek üzere..

Yorum Yazın

Navigate
Verified by MonsterInsights