Ağustos 2013

5 Posts Back Home
Showing all posts made in the month of Ağustos 2013.

Gözyaşlarına elveda, Yeni Bir Güne Merhaba

Belki yazmaman gereken bir yazı, belki fazla özel hayatım ama en azından paylaşmak iyi olur diye düşünüyorum.   Dün babamla ufak bir tartışma yaşadım. Altta kalmayan bir yapıya sahip olduğumdan ben bağırdım o da bağırdı. Anlıycağınız küçücük bir tartışma alevlenerek büyük bir soruna dönüştü. Tabi bağrışmalar falan olunca ağlamak kaçınılmaz. Hele ki benim kadar duygusalsanız. Kaç saat ağladığımı bilmiyorum. Kendimi çantamın içine birkaç parça eşya koyarken buldum. Her zaman böyle yaparım. Sorun olduğu zaman savaşmak yerine kaçarım,uzaklaşırım evden. Genelde gittiğim yer anneannemin yanıdır. Bahçesinde zaman geçiririm. Düşünmek kendinle baş başa kalmak için harika bir yerdir. Yine öyle yapmaya karar verdim. Planı kafamda hemen oluşturdum. Çantayı kenarıya koyup dünyanın en güzel uykusunu uyudum. Bilirsiniz işte ‘Ağladıktan sonra uyunan uyku, dünyanın en güzel uykusudur’..   Sabah gözlerimi açtığımda Gizem yanıbaşımdaydı.  Önce şaşırdım, sonra anladım. Annem arayıp çağırmış, çünkü aile sorunlarında en iyi gelen şey olayın dışında bir arkadaştır. Zorla yataktan kaldırdı beni…

Patrick Süskınd’ın KOKU romanı üzerine..

BİR CANİNİN HİKAYESİ.. İki gün önce okumaya başladığım bu güzel roman hakkındaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim.   Romana konu olan olay 18. yy’da Fransa’da geçiyor. Jean-Baptiste Grenouille tüm insancıl duyumlardan ve duygulardan yoksun, yalnızca kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı, istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten çekinmeyen bir katildir.   Evet kitaba ilk başladığımda koku için cinayet mi işlenir ? şeklinde eleştiri yapmıştım. Ancak ilk 50 sayfadan sonra yazar sizi kitabın içine öyle bir çekiyor ki kalkıp insanları öldürüp kokularından parfüm yapasınız geliyor. Gülmeyin, ciddiyim.  Grenouille daha bebek yaştayken süt anneler tarafından Pariste büyütülüyor. Ama onu alan her süt anne iki gün sonra geri getiriyor. Diyorlar ki ‘Bebekler masumdur, kokularıda öyle. Ama bu bebek kokmuyor. Bu bebek şeytanın yavrusudur’.Şeytanın yavrusu fazla mı abartı bilmem ama Grenouillenin kötülüğü temsil ettiği bir gerçek. Yazar öyle farklı tanıtmış ki Paris’i, hani şu bildiğimiz, aşıklar şehri olan Paristen eser yok. Pis kokuların hakim olduğu, hastalıkların…

Yüzümü gülümseten, ve bu yazıyı yazmamı sağlayan okuyucuma hitaben..

Aslında hiç yazmayı düşünmediğim akşamlardan biri. Balkonda oturdum twitterda zaman öldürüyorum.. Ama bu yazıyı yazmama sebep olucak biri çıktı karşıma, onun sayesinde parmaklarım klavyeyle buluştu. İlk yazmaya başladığım zamanı hatırlıyorum. Günlüğümü önüme koyup, tek tek beğendiğim cümleleri ayırıp güzel bir yazı çıkarmıştım ortaya. Paylaşmaya bile korkmuştum. Nasıl oldu acaba ? Çok mu basit ? Ya beğenmezlerse? diye. Sonra yavaş yavaş anladım ‘blog’ denilen şeyin ne anlama geldiğini. Burası bizim kişiliğimiz, umutlarımız, hayallerimiz. Etrafımızdaki insanların ön yargılarından uzak, yepyeni insanların bizi biz olarak görüp tanıdığı yer. Burası aslında bizim ruhumuz.. Her paylaşımda içimizi döküyoruz. Her paylaşımda tanımadığımız insanlarla dertleşiyoruz belkide. Bazıları bunu anlayamaz. Bir kitabın içinde kaybolmamış, kahve kokusunun verdiği huzurla yağmurlu bir günde pencereden dışarıyı seyretmemiş insanlar bilemez bu duyguyu. Gülüp geçerler, alay ederler. Bu öyle güzel, öyle özel bişey ki. Başka insanlara ulaşabilmek. Başka insanların seni okuduğunu bilmek. Seni sen olduğun için, seni senin edebiyatınla, seni senin yazılarınla seven…

YÜZYILIN EN BÜYÜK TARTIŞMASI

ERKEKLER SEVEBİLİR Mİ ? Gelelim şu malum aşk hayatımıza. ‘Erkekler asla sevemez’yargısına inancı tam olan kızlardanım ben. Benim için erkeklerin düşünceleri sadece cinsellik üzerine. Kalplerinin bile tek  işlevinin vücuda kan pompalamak olduğunu düşünüyorum. Yani bizim gibi sevelim, aşk acısı çekelim falan onlarda yok bu duygular. Tamam kabul ediyorum . Arada sevenler, aşk acısı çekenler falan çıkıyor. Ama o filmlerde ki gibi aşkından ölen, gözü sevgilisinden başkasını görmeyen erkek yok canım. Yalan bunlar. Yıllarca bizi Mecnunlarla, Romeolarla, Edwardlarla kandırdılar ama yok yani. Onlar sadece hayal ürünü. Eminim o karakterleri yaratanlarda kadındır. Çünkü biz kadınların hayalindeki erkek tipi hep aynıdır. Hep ilk 10 maddemize uyan erkekleri ararız ama asla bulamayız. Aramaktan bıkmayız, yılmayız. Ama bir süre sonrada anlarız ki aslında o erkek dünya üzerinde yok. Bu yüzden de elimizdekiyle yetinmeye bakarız. İşte ben hala dünyanın bir köşesinde ilk 10 maddeme uygun, mükemmel erkeğimin olduğuna inananlardanım. Olmadığını bile bile ‘Belki bir Umut’ diyerek…

BLOG SAHİBİ TEDİRGİNLİKLE SUNAR..

Belki yazacağım en sorgulayıcı yazı olacak ama buna değer olduğunu düşünüyorum.. Küçüklüğümden beri Allahın varlığını, gücünü, büyüklüğünü, kudretini öğrenmeye çalıştım. Daha okuma yazma bilmiyoken annem sayesinde Kuran harflerini öğrendim. Duaları ezberledim, namaz kıldım.. Ailem tarafından dinime bağlı bir birey olarak yetiştrildim. Ama şimdi herşey çok farklı. Duyduklarım, okuduklarım, gördüklerim. O kadar fazla düşüncenin içinde bir an kendimi Tanrı’nın (hangi ismi verdiğimizin bir önemi yok, sonuçta hepimiz için tek bir yaratıcı var) varlığını sorgularken buluyorum. Ona inanıyorum evet. Peygamberlerine, kitaplarına, yarattığı herşeye inancım sonsuz. Ama gelin görün ki bazen aklım karışmıyor değil. Diyorlar ki Allah bizi dünyaya sınamak için gönderdi ve onun kuralları altında kullarına irade gücünü verdi. Onun kudreti anlatılmaz, onun büyüklüğü tartışılmaz. Öyle öğrendik, öyle inandık. Peki gelelim kafa karıştırıcı sorulardan birine. Neden bütün insanlara aynı imkanlar verilmedi ? Dışarıda aç gezen o insanların, sıcacık evinde çeşit çeşit yemeğinin bulunduğu sofrasında oturan insandan ne farkı var ? Evet, biliyorum…

Navigate