Üçüncü Kadeh
Bu yazıyı İzmir’in en iyi date mekanlarından birinde yalnız başıma şarabımı yudumlarken yazdığımı söylesem şaşırır mısınız? Sanmam. Her türlü saçmalığı yaşayıp yazdım çünkü bu bloga. O yüzden bu saatten sonra kalemimden dökülen hiçbir satırın sizi şaşırtacağını, ‘Ne alaka Ece yaa’ tepkisine maruz bırakacağını düşünmüyorum. Öyleyse başlıyorum. Bu aralar hayat çok yoğun. Hepimiz için öyle bence ama böyle kocaman bir karmaşanın içinde kaybolmuş gibi hissediyorum kendimi zaman zaman. Fazla yoğun, fazla yorgun… Bir de galiba 25’ten sonra otomatik olarak bünyeye ‘Acaba 20’lerimin son demlerini böyle boş boş geçirmek doğru mu?’ diye bir düşünce yerleşiyor. Geçen her dakika kaybettiğiniz bir zamanmış gibi hissediyor, gençliğiniz elden gitmeden önce dolu dolu bir hayatın peşinden koşuyorsunuz. Ne garip 25 bariyerini aşmak, 30’a yaklaştıkça daha bir geç kalmışlık hissi taşımak.. Çoğu insan 30 yaşın çok abartıldığını söylese de ben gelecek senelerden biraz korkuyorum sanırım. Yalan yok, 20’lerimdeki kadar genç hissedememek, artık eskisi kadar içememek, çok sık…