Kişisel Meseleler

Nerede kalmıştık?

Galatasaray’a dönen Fatih Terim gibi konuya girmek istemezdim fakat ‘Yeni gelmedim, geri geldim’ demekten daha kabul edilebilir bir başlık seçmem gerektiğini düşündüm. Hakkınızı yiyemem, yokluğumda dahi blogu ayakta tutacak kadar ziyaret ettiniz. Hatta zaman zaman geçmiş yazılarda hatrı sayılır aylık okunmalar alınca ‘Pardon, beni o satırlarla yargılamazsanız sevinirim. Malum, birazcık büyüdüm de’ deme isteğimi kontrol altında tutmakta epeyce zorlandım. Şimdi geçmişin sır perdesini aralamışım gibi olmasın ama e-posta aboneliğinde olan eski okuyucularım gelen bildirime bir miktar şaşırabilir, hatta ‘Hayırdır inşallah’ söyleminde dahi bulunabilir. Haklısınız, sanırım iki yıl oldu sizlerle konuşmayalı. Ara ara, el mahkum her blogger gibi reklam ve işbirliği içerikleriyle yaşadığımı belli etsem de bu süre zarfında duygularımı, hayatımı ve kararlarımı dökmedim satırlara. ‘Ne oldu da buradasın?’ derseniz ona da verecek bir cevabım yok aslında. Sitenin yıllık ödemesi gelmiş, onu hallettim az önce. Blogger Tasarım’dan Ebubekir Bey gelip ödemeyi hatırlatmasa ya da domain süresi bitince İsim Tescil ‘Bak uzatmıyorsan…

Birtakım Eyvahlar Oldu

Şimdi edebi ve içi dolu dolu bir içerik bekleyen okuyucularım varsa ne yazık ki bir miktar üzeceğim onları. Hiç öyle oturup satırlarca bilgi birikimi kusacak bir dönemde değilim. Zaten genel olarak bence bu aralar hiçbirimiz ‘Dur ben bir kendimi geliştireyim’ havasında değiliz. O yüzden bu yazıyla bir durum değerlendirmesi yapmaya geldim. Açıkçası biraz da bloga girip çıkıp duruyorsunuz, yeni yazı olmamasına rağmen oradan oraya atlıyorsunuz. İstatistikleri gördükçe ‘Hani bu gerizekalı yine bir şeyler yazmamış’ diyormuşsunuz gibi geliyor. O yüzden dedim toparlan kızım Ece, ülkede blog okuyan bir avuç insan kaldı zaten, onları da kaybetme. Uzun zamandır doğru düzgün bir içerik yayınlamadım. Doğru düzgün derken Dijital Medya kategorisinde Mondes Business dergisine yazdığım müthiş kurumsal yazılarım yayınlandı ama ben genel olarak okuyucu kitlemi bildiğim için dönüp o yazıların suratına bakmadığınıza yemin edebilirim. Hani şöyle ‘Sevgilinizin sosyal medya hesabını nasıl hacklersiniz?’ başlıklı bir yazı kaleme alsam rekora koşardım eminim. Çünkü böyle şeyler seviyorsunuz…

24. Yaş Dileğim Gerçek Oldu!

Bu yazıya başlamadan önce kem gözlerinizi çıkarmanızı rica edeceğim zira bu gökyüzünün görüp görebileceği en güzel dönemlerimden birindeyim. Çok mutluyum ben ya! Ama öyle böyle değil. En son bunu bu kadar içten ne zaman söyledim hatırlamıyorum ama hayatımdaki her şeyi yoluna koyuyor gibiyim. Tek şey hariç; Aşk. Onu da oturup beklemek bana göre değil zaten. Aman napayım ya olacaksa en iyisi olsun bari diye diye kendimi yalnızlığa alıştırdım şimdi de biri gelir düzenim altüst olur diye ödüm kopuyor. İstanbul’da geçen onca seneden sonra evim, işim, ailem, arkadaşlıklarım her şeyim tam tıkırında. Bunu buraya yazdım ya şimdi iki gün sonra başıma gelmeyen kalmaz eminim. Aman napalım, mutlu oluyoruz diye hiç konuşmayalım mı yani. Şimdi kısa bir özet geçeyim, malum bir süredir yazmadım. Hiç beklemediğim bir anda, hani böyle ‘Kariyer planında 5 sene sonra kendini nerede görüyorsun?’ diye sorduklarında verdiğim cevabın karşılığı bir iş teklifi aldım. O kadar ani oldu ki korktum.…

Bu İşte Bir Yalnızlık Var

Bir çoğunuzun hakkımda bir çok yargısı, adımın önüne eklemekten zevk aldığı bir çok sıfatı var. Biliyorum. Siz cesaret edip söylemeseniz de, susup dile getirmeseniz de ben fark ediyorum. Bazen gözlerinizle, bazen sessizliğinizle, bazen arkamı döndüğüm an dile getirdiklerinizle belli ediyorsunuz. Diyorsunuz ki; Kendini nasıl bu kadar önemli zannedebilir, şu koca dünyada eşsizmiş gibi davranabilir?  Aklınızdan geçen her şeyi inanın biliyorum. Hayatınızı öylece kelimelere döküp insanların ayaklarının altına serdiğiniz zaman herkese onun hakkında yorum yapabilme hakkı da sunuyorsunuz bir yerde. Ben bir süre önce yazarken, kelimelerim yanlış anlaşılır korkusuyla defalarca okurdum kalemime yansıyanları. Çünkü onaylanmamak ya da yalnız bırakılmaktan çok korktuğum zamanlarım oldu. Aslında sandığınız gibi kendimi bir şey zannetmek, bu sanal dünyanın içinde olduğumdan fazlasını hissettirmek öylece yaptığım bir şey değildi. Özümde o kadar yoğun bir duygusallıkla baş etmeye çalışıyordum ki yazmaktan ötesi kurtarmadı sadece. İçimi öylesine insanlara açınca en güvendiğim yerlerden gelen saldırıyı göremediğim için durmadan düşüp, kalktım. Sesim…

Kuzumcu Tayfa, Evlilik Modası ve İsyan

Flörtöz bir kadınım ben. İstemem yeter, çaba göstermekten, uğraşmaktan korkmam, çekingen kalmam, üç adım sonra ne olacağını planlamam. Bazı kadınlar narin, utangaç, kırılgandır hani. Kavanoz kapağı bile açamaz, yanında bir adam olmadan iki adım dahi atamaz. Hani erkekler bayılır böylelerine, onlara kendini dünyanın en mükemmel adamı gibi hissettirenlere.. Ben asla öyle olamadım. Çok güzel bir kadın değilim, hiç öyle olduğumu da düşünmedim. Ama akıllıyımdır, kendime baktırırım. Auram güçlüdür, özgüvenim yüksektir, yürürken bile bunu yansıtırım. Aşkı gelişi güzel yaşarım, hep uç noktalarda. Plansız, ani, sürprizlerle dolu. Yüzümü hiç beklemediğim zamanda güldürene, beni dünyadaki tek kadınmışım gibi hissettirene kalbime açarım. Özellikle son bir yıldır özgürlüğüme çok düşkün bir yapıya büründüm. İlişki ya da evlilik sahip olduğum bu özgürlüğün yanında neredeyse tüm cazibesini kaybetti. Etrafımdaki hemen her evliliğin sorunlarını duymak, ilişki içerisindeki kısıtlamalara ve kavgalara şahit olmak beni boğan bir kıvama geldi. İyice soğudum, uzaklaştıkça da yalnızlığa daha çok yaklaştım ve alıştım. Ama…

ÖLÜM BESTESİ

Belki farkında bile değiliz, evrenin hakimiyetinde, ömrümüz bir kum saatinden hallice orada bir yerlerde akışında. Geriye kaç kum tanesi kaldı acaba, bilmiyoruz ki başımızdan geçen onca şeyin o saatin akışına, hızına etkisi var mı? Ya da söylendiği gibi o karar zaten bizden bağımsızca çok öncesinden alınmış, yazılmış mıydı?  Bugün ölsem diye düşünüyor insan zaman zaman. Pişmanlıklarını, keşkelerini, yarım ağız tabulaşan kurallarını ve o son an ne hissedeceğini. Hep duygusal, hep çok uçlarda, fazla abartıyla yaşayan bir insan olunca yolculuğunuzun sonunu öyle ya da böyle düşünüyorsunuz. Mesela kaç yaşına kadar yaşayabileceğinizi, ne sebepten öleceğinizi ya da yaşadığınız hayata öldükten sonra biçeceğiniz değeri. Özellikle blogun onuncu yılında ve sanırım Mustafa şehit olduktan sonra, ardımda kalan insanlara fotoğraflar ve paylaştığımız anılar dışında ruhumdan cümleler ve düşünceler  bırakacağım için burayı daha çok sahiplenmeye başladım. Söz uçar, yazı kalır misali ben öldükten sonra bile ruhumdan bir parça burada yaşayacak, bir nevi burası beni ölümsüz kılacak.…

Lisans Tezi | Sosyal Medya ve Kimlik

Yazar Notu: Üzerinden geçen bir senenin ardından, lisans eğitimimin en büyük emeğini sarf ettiğim tezimi arşivimde yitip gitmesindense, konu üzerine araştırma yapan kişilere kaynak olabilmesi için yayınlamaya karar verdim. Üsküdar Üniversitesi’nde aldığım Yeni Medya ve Gazetecilik eğitimimin son senesinde tezim için severek yazacağım ve araştıracağım bir konu seçebilmek için oldukça yoğun bir zaman harcamıştım. Danışman hocamın, bölüm başkanımın ve fakülte araştırma görevlerinin yönlendirmeleriyle Sosyal Medya ve Kullanıcı Kimliği konusunda yoğunlaştım. Bugün üzerinden geçen zamana rağmen hala dönüp tezimden yardım alıyor oluşum, eğitimime ve mesleğime en uygun konuyu incelediğimi bana kanıtlar nitelikte. Her yönüyle ve her kelimesiyle hala gurur duyduğum bu çalışmanın, henüz yolun başındaki İletişim Fakültesi öğrencilerine referans olabileceğine inanıyorum. Aşağıda gördüğünüz kısım tezimin araştırma ve sonuç bölümleri kapsıyor. Dilerim aradığınız bakış açısını bu çalışma içerisinde bulabilirsiniz.  **  Tezin içerisinde yer alan İçindekiler, Tablolar, Kısaltmalar Dizini, Şekiller Listesi, Kaynakça, Anket Grafikleri ve görseller blog yayınında kullanılmamıştır. Sosyal Medya ve Kimlik:…

Perestiş | Bir Anne Hikayesi

Geçen gün bir mesaj geldi annemden. ‘Bir yazı yazsana şöyle iç ısıtan, güzelliklerden, umuttan bahseden. Mutlu olalım’ yazmış. Anne sözü dinlenir malum, söz konusu onun dilediği bir şey ise yapmamak olmaz. Onun isteği üzerine yani bu iç ısıtan, güzelliklerden, umuttan bahseden yazı. Biz üç kız kardeş daima kontrollü bir düzen içinde büyüdük. Evde toz alırken bile bir biblonun yeri asla değişmez, servis tabaklarının rafı günlük kullanılanlar ile karışmazdı. Odaların kapıları sürekli silinir, toz kalan bir yer olduğu zaman annem yarım yamalak iş yaptığımızı söyler, tekrar sildirirdi. Yemek asla ayırt edilmez, pişen her şey muhakkak yenir, o sofraya aç olmasak bile oturtulurduk, akşam yemeği rutinimiz hiç değişmezdi. Babam işten dönüp zili çaldığında, hepimiz karşılamak için kapıya dizilirdik, annem böyle öğretmişti. Buse, en küçüğümüz olduğundan her gün hiç bıkmadan kapının arkasına gizlenir, babam da yalandan onu sorup, saklandığını bilerek eğlenirdi. Söz konusu misafirse beş dakika önce kavga ediyor olsak bile, geride bırakır,…

Kabullenişin Çaresiz İnkarı

Bir avuç güneş sızdı penceremden içeriye, sessizce yeniden doğan güneşi izledim. Her gecenin ardından geleceği belliyken gündüzün, karanlığın tüm gece yarattığı korkuyu düşledim. Bir gece bir karara uyanmak zorunda kaldığınızı bilerek koyuyorsanız başınızı yastığa, bir his doğuyor insanın ruhuna. Ya o güneş bile yetmezse içinizi aydınlatmaya? Sonra düşünmeye, düşlemeye başlıyorsunuz. Muhattap olduğunuz bir tek kendiniz, içiniz. Soru aslında basit, ‘Ben ne istedim?’ ‘Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir’ demiş Goethe. Benim cehennemim genelde içimde. Dert ettiğim her şeyi fiziksel bir sancıya dönüştürecek kadar çok büyütüyorum içimde. Galiba bu hayatta en çok istediğim şey, kendimi olduğundan daha farklı bir hassasiyet seviyesinde yeniden tanımak olurdu. Cam kırıklarının üzerinde yürürken bile gülümsemeyi öğrenebilmek isterdim. Keşke bastığım her yer kanasa bile asla belli etmeyebilseydim.  Bir nefes vermek kadar kolay olsaydı keşke bazı şeyler, ruhuma karışan her şeyi, yutkununca kaybetmek isterdim. İçim inlese huzursuzluktan, dışım kahkalar atsın, tüm huzursuzluklarım yerini doğru kararlara bıraksın isterdim. İnsanlara yüklediğim…

Tanışalım mı?

Hazır ‘Ben Kimim?’ kategorisini düzenleyip hayatımı anlatmışken oturup bana dair özellikleri sıralayayım dedim. Son zamanlarda oldukça popüler olan ‘Arkadaşını ne kadar tanıyorsun?’ testlerinin hazır sorularının aksine gerçek sorular ve cevaplarla tanışmanın anlamını sorgulamak gerekiyor sanırım biraz. Aşağıda cevapladığım tüm sorular genel hatlarıyla önce kendinizi sonra çevrenizdekileri gerçekten tanımanızı sağlayan basit klişelerden ibaret. Ee gelin tanışalım o zaman. 40 SORUDA BEN  1- En sevdiğin yazar? Sabahattin Ali 2- En sevdiğin kitap? Sabahattin Ali – Kürk Mantolu Madonna (okuduğum tüm kitaplar arasında yeri hep başkadır) Orhan Pamuk – Masumiyet Müzesi 3- En sevdiğin renk? Siyah  4- En sevdiğin yemek? Biber Dolması / Çiğköfte 5- En sevdiğin şarkı? Iron & Wine – Flightless Bird, American Mouth 6- En sevdiğin yabancı şarkıcı? Bruno Mars 7- En sevdiğin yerli şarkıcı? Gökhan Türkmen / Edis 8- En sevdiğin film? Romeo and Juliet 9- En sevdiğin şair? Ümit Yaşar Oğuzcan / Özdemir Asaf 10- Olmazsa olmaz sebzen? Domates …

Navigate