Nerede kalmıştık?

Galatasaray’a dönen Fatih Terim gibi konuya girmek istemezdim fakat ‘Yeni gelmedim, geri geldim’ demekten daha kabul edilebilir bir başlık seçmem gerektiğini düşündüm. Hakkınızı yiyemem, yokluğumda dahi blogu ayakta tutacak kadar ziyaret ettiniz. Hatta zaman zaman geçmiş yazılarda hatrı sayılır aylık okunmalar alınca ‘Pardon, beni o satırlarla yargılamazsanız sevinirim. Malum, birazcık büyüdüm de’ deme isteğimi kontrol altında tutmakta epeyce zorlandım. Şimdi geçmişin sır perdesini aralamışım gibi olmasın ama e-posta aboneliğinde olan eski okuyucularım gelen bildirime bir miktar şaşırabilir, hatta ‘Hayırdır inşallah’ söyleminde dahi bulunabilir. Haklısınız, sanırım iki yıl oldu sizlerle konuşmayalı. Ara ara, el mahkum her blogger gibi reklam ve işbirliği içerikleriyle yaşadığımı belli etsem de bu süre zarfında duygularımı, hayatımı ve kararlarımı dökmedim satırlara. ‘Ne oldu da buradasın?’ derseniz ona da verecek bir cevabım yok aslında. Sitenin yıllık ödemesi gelmiş, onu hallettim az önce. Blogger Tasarım‘dan Ebubekir Bey gelip ödemeyi hatırlatmasa ya da domain süresi bitince İsim Tescil ‘Bak uzatmıyorsan kapatırız haa’ mailleri atmasa şuraya dönüp ‘Burdayım be burdayım!’ diyecek ruh haline bürünemezdim. Peki niye?

Büyüdüm arkadaşlar. Artık 26 yaşındayım.

Sayıları boşverin ama geçen sürede çok fazla şey değişti hayatımda. Ben değiştim. 13 yaşındaki hevesim, kendimi anlatma, açıklama isteğim yok artık maalesef. Öyle hadi içerik olsun da Google amcam beni unutmasın diye yazacak biri de değilim biliyorsunuz. İçimden gelmeyen hiçbir şeyi zulüm edemem kendime. Yazasım yoktu. Aslında taslaklarda çok fazla yazı var yayınlamadığım. Sizin hiç görmediğiniz (şükürler olsun ki) benim kendime kendimi anlattığım sayısız içerik öylece bekliyor. Eskiden olsa duygularımı satırlara dökerken ve onları sizlere aktarırken bir an olsun düşünmezdim fakat artık aynı cesareti bulamıyorum kendimde. Çünkü 17 yaşında ‘Heyyoo aşık oldum’ demek ya da ‘Aşık olmamışım arkadaşlar, yanlış alarmmış’ gibi güncelleme yazısı girmek daha kolaydı. Aşka inanmakta öyle. Ne yapsaydım? ‘Koşun evleniyoruuum!’ yazısı yayınlayıp, ‘Ben vazgeçtim arkadaşlar, terkettim evlenmiyorum’ diyip güncellemeyle şok etkisi mi yaratsaydım? Ya da ‘İzmir’de Son Gece yazısını hatırlıyorsunuz, hee son değilmiş o güzel bir iş teklifi aldım ben dönüyorum’ içeriğiyle reyting mi toplasaydım? Allahın bildiğini kuldan saklayacak olayı bu blogu ilk açtığım gün rafa kaldırmıştım zaten ama yaş ilerledikçe kararlarımın sorumluluğunu almak onları ‘Bakın ben bunu yaptım çünkü şöyle oldu’ diye yazmaktan daha kolay. O yüzden de yazmadım. Ama verdiğimiz bu aranın güzel etkileri de var çünkü size anlatacak çok fazla şey birikti. Yazasım geri geldiği için artık bu blogta cümle alemin ipliğini pazara çıkarma vakti.

Dağına göre kar veren rabbim, bana bu kadar çok mu güveniyorsun?

Son bir yılım kelimenin tam manasıyla beni tüketti. Instagram takipçilerime sorsanız nerde akşam orada sabah bir sene geçirdim (arada onlar da oldu tabi) ama 26 senelik ömrümde yaşamadığım ne kadar acı, keder, ne bileyim yıkım varsa Rabbim sağolsun ard arda verdi. Kaz ayaklarımdaki birkaç kırışıklık sanıyorum ki bu senenin eseri. Şimdi eski okuyucularım alıştığı için aşktan derde kedere büründüm zannedebilir fakat konu o olamayacak kadar çok şey yaşadım üst üste. Oturup şimdi tekrar tekrar hatırlamamak için burada anlatamayacağım. Katarsis programından bir davet alırsam şahsen, orada dinlersiniz. Bir de gecenin üçünde hastane bahçesinde ellerimi açıp dua ederken söz verdim kendime. ‘Bu bitsin, bu geçsin. Annem yeter ki iyileşsin. Başıma bundan sonrasında gelecek her şeye şükredeceğim’ diye. O yüzden binlerce kez şükürler olsun. Yaşadığım, yaşayacağım her şeye.

Konu sizden çıktığında, yani insanoğlu için asıl çaresizlik başladığında öyle bir değişim yaşıyorsunuz ki diğer her şey anlamını yitiriyor. Sevdiğiniz insanlarla sınandığınız zaman aslında kendiniz için önemli zannettiğiniz her şeyi feda edebilecek hale geliyorsunuz. En korkulu rüyalarınız hayatın gerçekliğinde karşınıza çıkınca, çok acı ama yaradanla pazarlık yapmaya başlıyorsunuz. O an, o çaresizlikte ömrünüzden ömür bile koyuyorsunuz o pazarlığa. Elinizde ne varsa, paha biçilmez diyebileceğiniz her şeyi sunmaya hazır hale geliyorsunuz. İşte tam olarak bu durum, büyütüyor insanı. Kuracağınız hayallerde eksikliklere tahammül edemediğiniz için gerçeğe dört elle sarılmak zorunda kalıyorsunuz. O zaman hiçbir ruh hali, hiçbir psikoloji insanı bulunduğu kafesten çıkaramıyor. O yüzden sanırım böyle zamanlarda daha önce satırlarca yazdığım onlarca dert tek bir anda harcanıp gidiyor, bomboş geliyor insana. Öyle de zaten, yemişim aşkını, ergenlik bunalımlarını. Siz hiç 25 yaş sendromu yaşadınız mı?

Çeyrek Asır Krizi: Namı Diğer 25 Yaş Sendromu

Allah böyle sendromun belasını versin çok afedersiniz. Önce bilmeyenler ya da milenyum tayfa için tanım geçelim. 25 yaş sendromu olarak da adlandırılan çeyrek asır krizi bilimsel araştırmalarda “sürekli bir biçimde değişim, oldukça fazla seçenek ve ezici bir istikrarsızlıkla birlikte başarısız olma korkusu, kendinden şüphe etme, yetersizlik hissi ve panik halinde bir çaresizlik duygusu” şeklinde tanımlanır. 25 yaş civarında ortaya çıkan çeşitli zihinsel, psikolojik ve somatik belirtilerle kendini gösteren dönemsel bir geçişin sancılı bir sonucudur. En önemli ve göze çarpan belirtisi zihnin sürekli bir biçimde gelecekle meşgul olması ve bedenin ister istemez yaşanan bu sıkışmadan etkilenmesidir. “Peki ya şimdi ne olacak?” sorusuyla delirir, ne genç ne de yetişkin olmayı kabullenemezsiniz. İşte tam bu noktada uzmanlar bizim için ‘genç yetişkin’ kavramını ortaya atmışlar. Ne yapsın insanlar? Duygusal karmaşalar, belirsizlik, gelecek kaygısı, gündelik hayat telaşı derken deliren bir yaş grubuna ‘Bak canım benim bunlar çok normal, valla bak herkes yaşıyor bunu yani’ diye hitap etmek için güzel bir çözüm bulmuşlar.

Hah, işte ben bu sendromun içinden geçtim. Ya da o benim içimden geçti orayı tam olarak tanımlayamıyorum. Ama yani hani 25 yaş sendromu diye bir şey olmasaydı da benimle birlikte bulunurdu. Öyle içten yaşadım yani bu dönemi. Ki 25 benim 18’imden beri hayallerimi gerçekleştirmek için kendime koyduğum bir hedefti. İşte bir araba alırım, evleneceğim adamla tanışırım, ne bileyim kendi işimi kurarım gibi. Farkındaysanız enflasyon, AKP yönetimi ve diğer dış etkenler konusunda bir habermişim bu hayalleri kurarken. Tabi 18 yaşındaki ben ne bilsin artık arabanın beni alabilecek güçte olduğunu. Yazık yavrum o okuyup çok başarılı olursa bir de güzel güzel çalışırsa her şeyin mükemmel olacağını zanneden masum bir insan evladı. İlk turda biteceğine ya da baharlar geleceğine falan henüz inanıp kahrolmadığı için hayal kurabilme yeteneğini muhafaza ediyor. Aşkı zaten o dönem filmlerdeki gibi bir şey zannettiği için 25’inde 2000’li tayfanın radarına düşüp hayatının şokunu yaşayacağını düşünemiyor haklı olarak. Ee zaten Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu durumu da en baba siyasetçi bile ön görmediği için tahmin edebilmesini beklemek haksızlık olur. O yüzden onun şuursuz istekleri ve hedeflerinin ceremesini ne yazık ki bu sendromun tam ortasında ben çekmek durumunda kaldım.

Ait olduğum yere dönüyorum. 

Henüz ilk yazıdan ‘Allahııım ne büyük acılar yaşadım’ minimalinde bir giriş yapmayayım ama ‘Oooo hoşgeldiniz hoşgeldiniz bakın ben neler yaptım ama hala turp gibi ayaktayım’ şeklinde de bir çıkışı çok benimseyemediğim için ortaya karışık bir dönüş olsun dedim. Ama sanırım en net şunu söyleyebilirim, çok özlemişim. Dilerim okurken siz de öyle hissedersiniz. Konuşacak daha çok şeyimiz var, bıraksanız daha sayfalar dolusu yazarım ama bu başlığın altına bu kadarı bile fazla.

Sanırım tam olarak burada kalmıştık. Sigaralarınız, biralarınız, kötü giden aşk hayatınız, dibe vuran banka hesaplarınız, gelecek kaygılarınız ve bitmek bilmeyen kaos ihtiyacınız hazırsa başlayabiliriz. Ben Ece, hayatıma yeniden hoş geldiniz. 

Yorum Yazın

Navigate
Verified by MonsterInsights