Bir çoğunuzun hakkımda bir çok yargısı, adımın önüne eklemekten zevk aldığı bir çok sıfatı var. Biliyorum. Siz cesaret edip söylemeseniz de, susup dile getirmeseniz de ben fark ediyorum. Bazen gözlerinizle, bazen sessizliğinizle, bazen arkamı döndüğüm an dile getirdiklerinizle belli ediyorsunuz. Diyorsunuz ki; Kendini nasıl bu kadar önemli zannedebilir, şu koca dünyada eşsizmiş gibi davranabilir? Aklınızdan geçen her şeyi inanın biliyorum. Hayatınızı öylece kelimelere döküp insanların ayaklarının altına serdiğiniz zaman herkese onun hakkında yorum yapabilme hakkı da sunuyorsunuz bir yerde.
Ben bir süre önce yazarken, kelimelerim yanlış anlaşılır korkusuyla defalarca okurdum kalemime yansıyanları. Çünkü onaylanmamak ya da yalnız bırakılmaktan çok korktuğum zamanlarım oldu. Aslında sandığınız gibi kendimi bir şey zannetmek, bu sanal dünyanın içinde olduğumdan fazlasını hissettirmek öylece yaptığım bir şey değildi. Özümde o kadar yoğun bir duygusallıkla baş etmeye çalışıyordum ki yazmaktan ötesi kurtarmadı sadece. İçimi öylesine insanlara açınca en güvendiğim yerlerden gelen saldırıyı göremediğim için durmadan düşüp, kalktım. Sesim bile çıkmadı. Böyle değildim yani ben. Öyle hiç umursamayan, kendini Kaf dağında sanan biri değildim. Tamam çıtı pıtı bir kızda değildim öyle ama çıkmazdı ya sesim. Çıkaramazdım yani. Boğazıma düğüm olurdu söyleyeceklerim, silahı kendime doğrultur ruhumu delerdim. Peki nasıl oldu böyle? O kızdan bu hale nasıl geldim? Her şey bir gecede değişmez derler ama benim için değişti desem inanır mısınız?
Kendimden Çok Uzakta..
Kendinizi en yorgun, en bitkin hissettiğiniz zamanı gözünüzün önüne getirin. Ruhunuzun yorgunluğundan bedeninizi kaldıramadığınız bir zamandan söz ediyorum. Ne yazık ki öyle bir dönem geçirdim ben. İnandığım, uğruna savaştığım her şey başıma yıkıldı. Altında kaldım, çıkamadım. Beni ben yapan her şeyle yargılandım, suçlandım. Sanıldığı gibi bir hamlede düşmüyor insan, ama son hamlede yere yığılabiliyor. Öyle işte, o son hamleyi ben en güvendiğim yerden, en zayıf tarafıma atılması planlanmış bir yumruk olarak yedim.
İnsanlara kendinizi açtığınızda ne yazık ki zayıf yönlerinizi de alıp sakladıklarını fark edemiyorsunuz çoğu zaman. Bende fark edememişim işte. En beklemediğim zaman da, öyle bir anda geldi ki o yumruk suratıma düşmek acıtmadı da, ayağa kalkmak imkansızlaştı. O dönem vazgeçtim her şeyden. Yumruğu atana değil de, o darbenin gelişine izin verişime kızdım. Kendime kırıldım. Aptallığıma, vazgeçen taraf olmayışıma, gururumu ziyan ettiğim tüm anlara kızdım. Öyle üzüldüm ki, hani çok klişe ama bunu yaşamayan anlayamıyor maalesef. Yüreğimi söküp atabilseydim eğer kurtulurdum belki ama, o asla kabuk bağlamayan yara beni günden güne yavaş yavaş öldürdü ya. Yemek bile yiyemedim. Abartı zannedenler olacak mutlaka ama, inanın değildi. Yalnızca alkol ve sigara tüketmekten, ağzıma bir parça bisküvi atıp başımın ağrısı geçsin diye aldığım ağrı kesicilerden midemi deldim. Hastaneye bile tek başıma gitmek zorunda kaldığım için, günlerce onu alkolden başka hiçbir şeyle doldurmadığım midemin tüm ikazlarını tek başıma üstlendim. Üç öğün yemek yerine serum ve iğnelerle beslendim. Doktorum o dönem bu raddeye gelme nedenimin psikolojik olduğunu ve destek almam gerektiğini söylemişti. Yüzüme baksanız zaten ölüme gittiğimi görebilirdiniz, o kadar bıraktım kendimi. Ne iş, ne ev, ne arkadaşlar, ne aile. Konuşmadım kimseyle, yapayalnız kaldım. Anlatacak bir şeyim yoktu çünkü. Mustafa’nın ölümünden sonra, ansızın yediğim o darbe o kadar öldürdü ki beni, ‘Ben bir ölüme değil, bu darbeye öldüm’ demeye utandım. Utandım ya, canımdan can kaybettikten sonra yaşadığıma üzülmeye utandım. Yüzüm yok diye de anlatamadım. Serumlar, iğneler derken o hastanede yalnız olmayan insanlara bile kızdım.
Bu şehre, en çaresiz günümde, en umutla baktığım yerden bir daha bakmak istedim.
Bir gece, akşam yemeği niyetine takılan serumun ardından hastaneden çıktım. Cebimde beş kuruş para yok. Hepsini alkole ve sigaraya harcadığım için hiç param kalmamış. Ayakta bile zor duruyorum. Gücüm yok. Eve dönmem gerekiyordu ama yapamadım. Cebimde kalan son parayla bindim bir minibüse, doğru Üsküdar Sahil’e.. İstanbul’a adım attığım ilk yere gittim. Boğaza ilk baktığım, hayalime ilk kavuştuğum yere.. Bu şehre en çaresiz günümde en umutla baktığım yerden bir daha bakmak istedim. İlk günü çok iyi hatırlıyorum. İstanbul’da ilk günümü. Sahilde köprüye bakınca gözlerim büyümüştü. Ben o kadar heyecanlıydım ki, içim içime sığmıyordu. ‘Allahım bu koca şehirde yapayalnız.. Yapabilecek miyim sahiden?’ demiştim. Yapacaktım ama ya, kendime kendi ayaklarımın üzerinde duracağımı kanıtlayacaktım. O zaman en büyük savaşımın İstanbul’la değil yalnızlıkla olacağını tahmin edememiştim. O yüzden gittim galiba oraya. Öylece baktım boğaza. Ama aynı şekilde değil. Aynı Ece olarak değil. O kadar acıdı ki canım geçen onca seneden sonra oraya öyle tükenmiş gittiğim için. Tutamadım kendimi. Önce iki damla yaş süzüldü gözümden, sonra durduramadım. Öyle ağladım ki, o kadar çok bağırdım ki anlatamam. Çöktüm, ‘Yenildim ya’ dedim. Bitti, kalmadı gücüm. Yenildim. Şu halime bak ölüyorum resmen. Ölüyordum gerçekten. Benim için ölmek öyle bir histi hep. Daha ötesini hayal bile edemezdim.
Panik atağım var benim, o bağırmanın, tükenmenin ikinci yarısı kriz geçirdim. Saat gece, etrafta kimse yok. Kız Kulesi tarafında bir kaç insan seçiyorum bulanık gözlerimle, ama yok. Sesim çıkmıyor, nefes alamıyorum. Ne bir bardak su, ne de beni sakinleştirecek kimse yok. Bitti. Her panik atak hastası gibi öldüğümü zannettim. Gözüm karardı, elim göğsümde, nefes almaya çalıştım. Dedim ki kurtulamam ben herhalde bundan, bitti yani her şey. Sonra o krizin tam ortasında, ben ölüyorum derken kafamı çevirip Üsküdar’daki herkesin bildiği o renkli lambalarla süslü ağacı gördüm. Annemlerin beni bırakıp gittiği hafta, yani İstanbul’da onlarsız geçirdiğim ilk Pazar’da, bir gece çıkıp tek başıma sahile inmiştim. İçim içime sığmıyorken. O ağacı çok sevmiştim o gece, o kadar güzeldi ki. Hayallerimin şehrindeydim ya. Seçtiğim yerdeydim. Günlerce beni heyecandan uyutmayan her şeyin tam ortasındaydım. Ben günlerce, henüz hiç arkadaşım yokken bu şehirde, baktım o ağaca öyle.. Altında durdum, yeni hayaller kurdum. O ilk yalnızlıkta, İstanbul’da ona tutundum. O krizin ortasında görünce onu öyle, bir şey hissettim. Bir şey değil aslında galiba. Kendimi hissettim ya. Korkularımdan arınmış, bulutların üzerinde uçan, hiç arkadaşı yokken bir ağaca kendini anlatan 18 yaşındaki o kızı hissettim. Gördüm onu, o ağaçta, akan yaşımda, nefes alamayan bedenimde, her şeyden yorulan ruhumda.. İliklerime kadar hissettim. Durdu her şey o an sanki, bir an en çaresiz halimi 18 yaşıma gösterdim. Anladım ki bu şehirde o gün de kimse yoktu, bugün de yok. Hayallerini bir ağaç altında gülümseyerek İstanbul’a anlatan o kızdan, her şeyden vazgeçen bu kıza kadar aradaki her şey bomboş geldi gözüme. En çok seviyorum diyenden, bir selamlık insana kadar hepsinin yeri aynı geldi. Bana benden başka kimse yardım edemezdi. Anladım.
Nasıl yaptım bilmiyorum ama hayatımda ilk kez bir panik atak krizinin ortasında gözlerimi kapadım, kendi kendimi sakinleştirmeyi başardım. Önce nefesimi kontrol altına aldım, sonra da düşüncelerimi. Beni o gece düştüğüm o yerden ben kurtardım. 18 yaşındaki halim kurtardı. Saatlerce oturdum o sahilde. O gece söz verdim kendime. Bir daha hayatımdaki kimse, yaşayacağım hiçbir şey beni o hale getirmeyecekti. En zayıf yanım güçsüz hissetmekse ve beni güçlü hissettiren şey yanımdakilerse, kendimi yalnızlıkla terbiye etmenin bir yolunu bulacaktım. Buldum da. O geceden sonra bambaşka bir Ece oldum. ‘Sadece ben’ diyen bir Ece. Egomu tavana vurdum, sadece kendime tutundum, yola biriyle değil kendimle devam edebileceğim bir hayat kurdum. Dedim ki herkes her şeyi yapabilir bu hayatta, aslalar boş sözlerden ibarettir. Güven boşa çıkabilir, en mutlu anında yanında yüzlerce insan olabilir. Ama düştüğünde kimseye göstermek istemediğin için o halini, seni bir tek sen teselli edebilirsin.
Şimdi tüm o kalabalık hayatımın içinde baki olan, bir tek benim.
O gece çevremdeki onlarca arkadaştan birini bile aramadıysam, annemle babama onları üzmemek için ‘Benim içim ölüyor’ deyip yakınamadıysam, bir daha düşme olasılığımda bunları yine yapmayacağımı anladım. Bir tek ben vardım. Ben de buna sarıldım. Bana benden başka kimsenin faydası yok, her şeyden geriye kalan sadece benim, hep bunu hatırlamaya çalıştım. Ve inanır mısınız, kendimi gerektiği yerde üzmem, gerektiği yerde övmem, şu hayatta bir tek kendime güvenmem iyileştirdi beni. Çok güçlü kalktım. Kalabalıkların içinde sadece kendime inanınca, taviz hakkımı kendimden yana kullanınca değişti hayatım. O yüzden bu tavırlarım. Kendimi olduğumun ötesinde görmem, sanki çok daha fazlasıymışım sayıp, en çok beni sevmem, bu yüzden. Bugün sizi zaman zaman sinir eden bu huyum, benim hayata tutunuşum. Eğer en duygusal yanımdan düşmeseydim, belki bu kadar körü körüne kendimi gözümde büyütmezdim. Ama oldu bir kere. Siz ne söylerseniz söyleyin, ne ima ederseniz edin ya da. İnanın umursamıyorum. Dile getirmeyip hissettirdiğiniz tüm o düşünceleriniz yaralamıyor beni. En kötü zamanımda beni ayaklandıran şey sadece kendimdi. Bu yüzden bana birinin değer vermesini beklemek yerine, beni sevmeyi ve kendime, kendi başıma değer biçmeyi öğrendim. Şimdi tüm o kalabalık hayatımın içinde baki olan bir tek benim. Doğru ya da yanlış, bilmiyorum. Ama gerçek olan bu.
Bu işin içinde bir yalnızlık var onu da biliyorum. Ama artık korktuğum değil, sevdiğim bir şey bu. Kendi kendime yetebilmek. Hatta daha da güzeli, kendimi hak ettiğim şekilde sevebilmek. Kimseye kızmaya, karşılık beklemeye, darbe gelecek mi diye endişelenmeye gerek duymadan. Olduğum gibi, her halimle..
Bu blogta geçen on yıldan sonra, 15.000 okuyucu kutlamasının hemen ardında, Instagramım artık 10K!
Bugün kendime olan sevgimin taçlandığı, ayaklandığım günden bu yana en özel hissettiğim zamanlardan biriydi. Hiç tanımadığım insanların, hiç bilmediğim bir ülkeden sevgileriyle yeşerdi gülüşlerim. Nasıl oldu, neden oldu bilmiyorum ama, iyi ki de oldu. Bu blogta geçen on yıldan sonra, 15.000 okuyucu kutlamasının hemen ardında, Instagramım artık 10K!
Kendini bu kadar seven bir kadını, öylece şahlandırıp heyecanlandırdığınız her an için teşekkür ederim. İyi ki varsınız!