Bir Avuç Anı

Geç Kaldığım Tüm Teşekkürlerim

Şimdi sen gözlüğünü usulca takıp telefona gömülünce mutfaktaki kanepede, ne yazının başlığı ne de aşağıya uzanan satırlarım gözünü korkutmasın. Neden şimdi diye de sorgulama, iki kaşının arası kırışmasın. Çok değil, 24 senedir söyleyemediğim her şey işte bu yazı. Keşke daha sık söyleyebilseydim ama sevginin söylemeden de gösterilebildiğini ben zaten senden öğrendim. Buse, bir bayram alışverişinde o beğendiğim çantanın aynısını almak istediğinde asılan yüzüme bakıp abla olduğumu hatırlattığında, bir örnek giyinirken bile annem taktığım tokanın rengiyle usulca fark yaratmaya çalıştığında mesela. Heves kırmamak gerektiğini öğrendim. O hiç bitmeyen iş seyahatlerinden döneceğin günü sayarken mavi boncuklu binada, bir sabah ansızın odamın ortasında beliren dört tekerlekli bisikleti görünce öğrendim. Hatırlarsın, renkliydi tekerlekleri. Üçüncü ve dördüncüyü birlikte sökmüştük artık düşmeden sürebildiğimde.. Öğrendim ki eğer istersem, her şeyi yapabilirim. Lahana bebeğim elimde, tavşan terliklerimle Teletabiler’i izlediğim her sabah beni öpüp gittiğin işinde öğrendim. Eğer buzluğumuzda sürekli o sevdiğim dondurma olsun istiyorsam, babam çalışmak zorundaydı. Kuzenlerim…

Bu yazıdan kimse sağ çıkmayacak!

Hayatımızın her döneminde içimize dert olan, bizi yaralayan, yıkan, kızdıran, ‘Şimdi olsa farklı tepki verirdim’ dediğimiz olaylarla ve insanlarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Genelde bunu şöyle tasvir ederler; Eğer yaşadığınız şey o gece sizi uyutmuyor ve bir daha o durumla karşı karşıya kaldığınızda nasıl tepki vereceğinizi kafanızda planlıyorsanız,etkisi altında kaldığınız bu durumu aşmalısınız. Madem ki psikolojik tanımı böyle, öyleyse en baştan başlayalım. Benim sustuklarımı hep birlikte aşalım. Hayatım boyunca doğru tepkiyi veremediğim her durumu olduğu gibi korkmadan, utanmadan yazacağım ve o son cümle geldiğinde, bu yazıya kahraman olan her insanın varlığını, yok sayacağım. Yaşım daha 19: İş Görüşmesi ve Taciz Bahar dönemi bitmiş, üniversite yeniden açılana kadar çalışmak istiyorum. Klasik iş arayışı dönemi, iş bulma siteleri, eşe dosta haber verme seremonisi. Malum üniversite öğrencisiyim, çalışabileceğim alanlar kısıtlı, yaş küçük, tecrübe az. Kariyer.net üzerinden başvuru yaptığım firmalardan biri dönüş yaptı, görüşmeye çağırdı. Ofis, evime beş dakikalık uzaklıkta. Çalışma saatleri uygun, maaşı yüksek.…

10. Yıl Özel: Başardık Küçüğüm

10 yıl oldu. İlk yazımı yayınlayalı, en umutsuz gün’lerimi, korku dolu dün’lerimi, hayallerimde büyüttüğüm bugün’lerimi, içimin en derinlerini satırlara dökeli, yazdıkça büyüyeli tam 10 yıl oldu. Ne garip, ne çok şey değişti. Ben değiştim, bakış açım değişti, duygularım, hissettiklerim, özlem duyduklarım ve şükrettiklerim.. Her yazıda, her başlıkta bambaşka bir kadına dönüştüm sanki, kendimle tanıştım, kendimi tanıdım, önce içimdeki küçük kadını anladım, sonra elimden geldiğince size anlattım. 10. yıl özel olmalı, benim için ifade ettiği her şey kadar hatırlanmaya değer bir anlamı olmalı. Bu yüzden bu yazıda, 2013 yılı günlüğümden bir sayfaya, daha önce hiç kimseye okutmadığım, sadece kendime sakladığım satırlara, seneler sonraki ben için yazdığım bir mektuba yer vereceğim. 30 Temmuz 2013 – Pazar  Sahur vakti, hala uyuyamadım. Geçmiş sayfalara baktım biraz sinirim bozuldu hep olumsuz şeyler yazmışım bu ne böyle, okunmaya değer bir şey var mı bu günlükte diyerek kuşkuya düştüm durduk yere. Biraz şu depresyon kafasından çıkıp düzgün…

Zira Burası Benim Gökyüzüm 9 yaşında!

Merhaba! İlham Perisinin Kanatları’nda yayınladığım Veda Mektubu’ ndan beri yazdığım en duygu dolu yazı olacak sanırım. Ben bu yazının her satırına birer damla gözyaşı akıtıyorum. Gururdan mı, mutluluktan mı yoksa geride bıraktığım bir avuç anıdan mı, bilmiyorum. Hatırlıyorum ama. Tıpkı şu anda olduğu gibi bilgisayarın klavyesinde gezinen küçücük ellerimi, tek tek bastığım harfleri sanki ‘dün’ gibi hatırlıyorum. Seneler önce ilk kez bugün, ben ilk yazımı yayınladım. Benden başka kimsenin zihninde yer etmemiş, belki 10 tıklanma sayısına bile erişmemiş bir yazı. 2 Mayıs 2010 tarihinde ‘Bu Benim Dünyam’ başlığı altında yayınlandı. Blogun ilk mail adresi, bu isimle açıldı. İlk kez kendimi o başlığın altında ifade ettim. Sayfayı yenileyip durduğumu hatırlıyorum. ‘Biri okusun, hadi biri okusun’ diye dua ederek. Sanıyordum ki, biri okuyacak ve ben kimin okuduğunu panelin istatistik kısmından göreceğim. Ne büyük bir heyecan. Türkçe öğretmenimin yazdığım kompozisyonu tahtaya çıkararak okutması ya da 23 Nisan’da Andımız’dan sonra kürsüde okuduğum iki kıtalık…

Yaş 17 : Üniversite Sınavı

Üniversite sınavı gittikçe yaklaşırken ve işsizlik çığ gibi büyümeye devam ederken bu yeni yolculuğa kendini hazırlamaya çalışan okuyucularıma bir kaç gözlem sunmak istedim. Henüz daha sorumluluk bilincinin farkına varamamışken alınması gereken bir çok kararla yüzleşmek zorunda kaldığımız, daha hayatı anlamamışken ve kendi küçük dünyalarımızda başrol oynamaya devam ederken bir anda büyümek zorunda bırakıldığımız o en dolu dolu yaş 17 için bu yazı. 18 olmaya bir kala, yetişkin ve çocuk olmanın arasında bir yerde, genelde en acımasız taraflarıyla karşıladığımız hayatın seçim yapmamızı beklediği,çevrenin düşünceleri en kolay kirletebildiği aslında küçücük ama kocaman yoran bir 17. Şimdi siz sanıyorsunuz ki, en yakın arkadaşınızla yollar ayrılınca, en yakınınız tarafından ihanete uğrayınca, belkide ilk kez ‘çok seviyorum’ dediğiniz o insan sizi hiç sebepsiz bırakınca hayat yaşanılması çok zor bir hal oluyor. 17 yaşımdayken yazdığım yazıları okusanız şüphesiz ki hayatın bana gerçekten acımasız davrandığını düşünmek için bir çok sebep bulursunuz. Aslında hiç öyle olmayan durumları nasıl…

Veda Mektubu

Bu bir veda yazısı. Pek çoğunuz için bir anlam ifade etmeyecek bu yazıyı gözyaşları içinde yazıyorum. Küçük bir kız çocuğu olarak çıktığım bu yola, 20 yaşında ne istediğini bilen bir kadın olarak devam ediyorum. Bu, ‘Zira Burası Benim Gökyüzüm’ başlığı altında size son seslenişim. Ben bu blogu açarken sadece kendimi ifade etmek istemiştim. Çok güzel yazıyorsun dedikleri her saniye içime dolan o sevinci bir şeyler başarabilmek adına buraya akıttım. On kişi okusa sevinçten delirdiğim o anılardan bu zamana çok şey anlattım bu satırlarda. Bu platform bana kendimi özgürce ifade edebilme fırsatı sundu, ilk aşkımı yazdım, ilk kalp kırıklığımı.. Kırıldım yazdım sevindim haykırdım. İlk köşe yazımın sevincini de burada paylaştım, İzmir’i terkederken hissettiklerimide… Kendime, kalemime güvenmek istediğim onca zaman buraya sığındım. Ne mutlu bana ki okudunuz, ben yazılarda konuştum siz dinlediniz. Gerçekten benim gökyüzümdü burası, ben bulutların üstündeydim, sanki kanatlarım vardı yükseldim. Her yazıda bir parça daha akıttım duygularımı, bazı yazılarda…

Hayattaki En Değerli Varlıklarıma ‘Annem ve Babama’

Çiçekli böcekli günlüklerden beridir, tökezleyerek devam eden bir hayatım var.  Bir elin parmakları kadar nüfusa sahip ailemin ortanca kızı olarak dünyaya geldim. Masallardan fırlamış prenses hayatı yaşamadım , yine bir masaldan yola çıkacak olursak hiç külkediside olmadım. Yaşam bir gökyüzüyse çok parladığım zamanlarımda oldu, solmaya yüz tuttuğum anlarımda. Şöyle bir dönüp bakınca, ki sanırım yılın hep bu zamanlarında teşekkür etmem gereken onca şeyi sıralıyorum kafamda. Küçükken o kocaman sandığım sorunlarla savaştığım sıralarda hep şikayet ederdim. Çok günlük sayfalarım vardır benim annemle babama kızdığım, öfkemi ufacık kağıtlarda biriktirdiğim. Hep beni anlamadıklarından yakınır dururdum, oysa ne güzel anlamışlar ancak şimdi biraz daha büyüyüp kendi yolumu çizince buldum. Belli bir yaşa kadar hep disiplinli tarafıyla anımsadığım annem sayesindedir bugün cümlelere bu denli anlam yükleyebilmem. Benimle bir en baştan başlamasaydı hayata, benimle bir okuyup benimle bir yazmasaydı, internet sitelerinde kompozisyon yarışmalarını araştırıp onlara katılmamı sağlamasaydı belki de bugün hala ucuz romanların ardında toz pembe…

Ne zaman bir sohbette İtalya adı geçse..

Hayatımın en güzel anısını anlatıcam bugün size. Küçücük bir kızken minicik ellerimle kazandığım en büyük başarımı haykırıcam. Beşinci sınıfın ilk dönemi. Folklör grubumuza bomba gibi bir haber düştü. İtalya’daki çocuk festivalinde ülkemizi biz temsil edicekmişiz. Düşünebiliyor musunuz? Küçücük bir kızın bedeninde bu haberin ne kadar büyük bir mutluluğa sebep olabileceğini? Aylarca uğraştık, geç saatlere kadar çalıştık. Ve yaklaşık 25 günlük uzun bir yolculuğa çıktık. Grubun en küçük üyesiyim o zamanlar, benim yaşımda bir kaç kişi daha var ama boyu en kısa olan kişi olarak sanki hepsinden daha küçükmüşüm gibi bir izlenim yaratıyorum. Öyle ufağım ki düşünün kostümümün cepkenine kadar farklı diğer üyelerden. O yaş aralığının kostümlerinin içinde kayboluyorum çünkü giyince. Sanırsınız bir kostüm kendi kendine dans ediyor, o kadar görünmüyorum. İtalya’ya vardığımız günden itibaren avuçlarımızda nazar boncuklarıyla orada bulunan tüm insanlara Türkiye’nin sıcaklığını hissettirmeye çalıştık. Sokaklarda Atabarını bağırdık, gördüğümüz herkese gülücükler saçtık. Hiç bilmediğimiz, dilini anlamadığımız başka çocuklarla oyunlar oynadık. …

TAM BEŞ YIL OLDU

İnsan sürekli yazınca kendini gözlemleme ve hayatta ne kadar ilerleme kaydettiğini görme fırsatı yakalıyormuş. Eski günlüğümü açıp okuduğum zaman hissettiklerimi bir kaç cümleye sığdırmam mümkün değil. Herkesi geride bırakıp bir deftere sığınışımı, hatta ‘eski sevgililer’ adı altında bir grup ismi yorumlayışımı.. Her şeyi yazmışım. Ne hissettiysem edebiyatın o narin süzgecinden geçirmeden, içimden geldiği gibi satırlara dökmüşüm. Öyle ki hayatıma dokunan herkes hakkında en az bir cümle var. Günlük kavramını biraz zorlamışım ilk zamanlarda, kim günde dört kez günlük yazar ki ? Tarih tarih, hatta saat saat hissettiklerimi dökmüşüm. İlk günlüğümü tamamladığımda öyle üzülmüştüm ki gözümde iki damla yaş aktığını hatırlıyorum. Bir sonraki günlüğüme başladığımda yeni bir insandım sanki. Büyümüş, olgunlaşmış bambaşka bir insan. Sürekli yazan, kendini satırlarda saklayan biriyseniz bu hisler çok tanıdık gelecektir size. Her yazıda biraz daha büyüdüğünüzü hisseder, her okuyuşunuzda bambaşka bir pencere açarsınız dünyanıza. Yeni günlüğüme başlayınca, daha ilk satırlarımda ‘edebi bir anı defteri niteliği taşımalı’…

Bir umutsuz ‘umut’ arayışı

Bazen olmak istediğimiz yerde olmadığımızdan, somut bir neden yokken yorgun hissederiz. Bazen hayat sürekli güler yüzümüze -ya da biz sorunları göremeyecek kadar mutluyuzdur- bazen de hiç gülmez, tüm somurtkanlığıyla karartır içimizi. Ardımda kocaman bir sessizlik bırakıp Çeşme’ye koşmak istiyorum. Ancak yaptığım tek şey televizyonun karşısına geçip, elime varlığını bile gözardı ettiğim günlüğümü alıp bir Beatles şarkısı mırıldanmak. Bedenimin belkide 17 yıldır ilk kez bu kadar isyan edeceği, yorgunlukta çığır açacağım geleceğimin rotasını belirleyecek olan şu aylar beni benden alıp yerden yere çarpıyo resmen. Zorlu üniversiteye hazırlık maratonunun içinde kaybolmuşken hayallerim hala aklımın en sesli alarmına sahip köşesinde. Her yeni günde ‘Bugün hayallerine ulaşan yolda ne yaptın?’ diye sorarcasına iç sesimle savaşıyorum. Bu yıl farklı olucaktı cümlesinin yükü altında bir utanmışlık seziyorum kendi içimde.. Sahi, denizede dökmüştüm isteklerimi, çokta içten yazmıştım bir bir hayallerimi. Sonra Karşıyaka’nın güzel manzarası eşliğinde yakıp külleri denize bırakmıştım.. Şimdi hala o kimselere duyuramadığım sessiz çığlıklarımla boğuşuyorum.…

Navigate