Öncelikle yazının birinci kısmına gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Her ne kadar bu hikayenin sizler üzerindeki etkisini daha yayınlamadan tahmin etmeye çalışsam da, bu üç kişilik karmaşayı beklediğimden çok daha candan sahiplendiniz. Attığınız mesajların, yarım bıraktığım yerin sizde yarattığı heyecanın bir izleyicisi olmak, ilk partı yayınladığımdan beri hayatımı renklendirdi. Bu, pek çok sefer kafamda üçüncü kısımla alakalı soru işareti barındırsa da üçümüzün hikayesinin son parçası.
Hikayenin bundan sonrasında yaşanan, az sonra okuyacağınız her şey, az ya da çok hepimizin hayatında bir iz bıraktı. Sebebi her ne olursa olsun, bugün tam 5 yılın ardından yüzleşmeye karar verdiğim tüm gerçekleri olabileceğim en dürüst haliyle yazmaya gayret ettim. Bilin ki, bu hikayenin sonunda o zaman içinde bulunduğum tüm karmaşa, en çok bana zarar verdi. Çünkü her şey gibi sevginin de fazlası zarardır. Ve ne yazık ki en kötü karar bile kararsızlıktan daha faydalıdır. Ben, bunu ne yazık ki çok geç anladım.
Nerede kalmıştık?
Hikayeyi hatırlamak, Son Çağrı Part 1’i okumak için buraya tıklayın.
O gün, o arabanın içinde net bir seçim yapabilseydim ikisinden birini yaralar, beni unutup geride bırakmasını sağlayabilirdim. En azından sonrasında yaşandığı gibi aynı yerden defalarca darbe vurmak zorunda kalmaz, bir kere, olması gerektiği şekliyle veda edebilirdim. Ama yapamadım. Yapamadığım şey üçümüze daha çok zarar verdi. O gece, o araba, bu hikayenin gidişatını tamamen değiştirdi.
Kulaklarımın uğuldadığını hatırlıyorum. Kalbimi duyamayacak kadar çok ses vardı sanki etrafımda. O sessizlikte, ben kafamdaki onlarca sesle mücadele etmek zorunda kaldım. Ne o telefonu kapatabildim, ne de o arabadan inebildim. Herhalde kafamın gürültüsünde hissettiğim en net şey solumda duran Kartal’ın hayal kırıklığıydı. Çünkü bana güvenmişti. Aramızdaki her şeyin Aslan’ı aşacağına o ana kadar hep inanmıştı. Ona asla dönmeyeceğime, onun yanında hissettiğim her şeyin gerçek olduğuna inandığı için yanımdaydı. Ben o gece, ondan bu inancı aldım. Benim için yaptığı her şeyi, o gece, orada yerle bir edip onu bu yükün altında yalnız bıraktım. Hiç konuşmadı. Telefonu kapatmayışımdan aldığı cevaba karşılık sadece arabayı çalıştırdı. Kartal sürmeye devam etti ben de telefonun ucunda ağlayan Aslan’ı dinlemeye. Eve vardığımızda telefon hala açıktı. Bu satırları ağlayarak yazıyorum çünkü ben bu yazıya kadar o geceyle hiç yüzleşmedim kendi içimde. O gecenin onlara verdiği zararla ilgilendim ama bana verdiği zararla ilk kez bu satırları yazarken yüzleşiyorum. Yapamadım. İki yıl, her ihtiyacım olduğunda yanıma koşan Aslan’ın ağlayan sesini umursamayıp o telefonu kapatamadım. Bana hayatında kocaman bir yer veren, başıma gelebilecek her şeyden sığındığım Kartal’dan da vazgeçemedim. O an, orada, ikisinden birini seçemedim. Sandım ki eğer ortalığı yatıştırabilirsem, kimseyi incitmeden bir çıkar yol bulabilirim. Ama benim kimseyi incitmeme telaşım, üçümüzü de daha fazla incitti.
Kartal arabayı evin önüne park etti, yavaşça indi ve kapımı açtı. Arabadan inmem için yaptığını zannettim ama o, telefonu kapatamayacağımın benden daha fazla farkındaydı. Eğildi, arabanın anahtarını avucuma bıraktı, gözlerimin içine bile bakmadan kapıyı kapatıp eve çıktı. Tahminen ne kadar kaldım orada, ne kadar işittim Aslan’ın bağırışlarını inanın bilmiyorum. Bütün konuşma boyunca ayrılığımızın Kartal’la bir ilgisi olmadığını anlatmaya çalıştım. ”O değil, seni terketmemin onunla bir ilgisi yok! Sensin sebep ya sensin! Ne o ne bir başkası değil, senin yaptıkların. Senin umursamazlığın. Bunu anlamak bu kadar zor mu Aslan?” . Asla anlamadı. Kafayı Kartal’a takmıştı. ”Sana kıyamam ama o bunun bedelini ödeyecek. Yemin ederim ödeyecek Ece. Allah kahretsin ya, hala onunlasın. Onun yanındasın!” . Ne yaparsam yapayım anlamayacağını, ne kadar anlatırsam anlatayım bir yararı olmayacağını farkettiğimde kapatabildim o telefonu. Saat gece yarısını geçmiş, zaten hasta olduğumdan yorgun düşen vücudum alarm vermeye başlamıştı. Eve çıktım, bütün ışıklar, yatak odasının kapısı gibi kapalıydı. Kartal’ı bunun ne anlama geldiğini bilecek kadar iyi tanıyorum. O yüzden öylece salondaki koltuğa uzandım, yüzüme kapattığı ilk kapıya bakarak bütün mutsuzluğumla uyuyakaldım.
Ertesi gün tam bir kabustu. Uyandığımda Kartal yoktu. Önceki gece yaşadığım her şeyi gözümün önüne getirmeye çalıştım, korkunçtu. Telefonum Aslan’dan gelen mesajlarla doluydu. Kartal’dan hiçbir şey yoktu. Onu kaybettiğimi düşündüm. İlk kez. Aslan’ın varlığının aramızda yarattığı krize ilk kez çok net bir tepki gösteriyordu çünkü. Açıkçası korktum. Aslan’a öremediğim duvarı bana örmesinden, beni anlayamamasından korktum. Aradım, açtı. En soğuk, en donuk haliyle.. Kartal böyledir. Eğer sizi önemsediği insanlar arasından çıkarırsa herkese karşı olduğu gibi tepkiler verir. Mesafeli, içinde duygu barındırmayan, soğuk cümlelerle. “Konuşalım mı?” dedim, sonrası zaten uçurumdan aşağı düşmek gibiydi. “Her şeyi yaptım. Mutlu olman, iyi olman için her ne gerekiyorsa yaptım. Bilerek, isteyerek. Bir kez, sadece bir kez beni düşündün mü? Sen benim arabamda, yanımda ona ağlarken benim ne hissettiğim umrunda bile olmadı! Benim evimdesin Ece, benim yanımdasın. Gurur yapmadım, seni zorlamadım. Zaten olur dedim, zaten biz bu kadar şeyi paylaştıysak bir yere varır diye düşündüm. Onunla konuştun ya! Benim yanımda, sanki hiç yokmuşum gibi onunla konuştun! Hasta olmasan asla o kadar sakin kalamazdım. Sana değer vermesem sabrımı bu kadar sınadığın bir an anlayışlı davranamazdım. Dua et hastaydın!” dedi. Soluksuz, ruhsuz, kızgın ve en önemlisi benden vazgeçmişti. Bu cümleler zaten geceden beri kuruyan göz pınarlarımı yeniden ıslatmaya yetti. İkisini de incitmemek için çıktığım yolda, ona verdiğim zararla beni yüzleştirdi. “Bana zaman ver” dedim. “Nolur, bana biraz zaman ver.” Sustu, “Bir seçim yap artık Ece, bir karar ver. Ben buna daha fazla dayanamam”. “Tamam” dedim. “Yapıcam. Ama burada olmaz, bu evde, senin yanında olmaz. Uzak kalmam, kendimle kalmam lazım. Düşünüp, kafamı toplamam lazım” . En başından beri olması gereken zaten buydu. “Tamam” dedi sadece. “Nasıl istersen öyle olsun Ece”.
Telefonu kapattıktan sonra çantamı toparladım. Buzdolabının üzerinde duran resimlerimize baktım. Sığındığım her şeyden uzağa, yüzleşmem gereken asıl yere doğru adım almak için güç toplamaya çalıştım. Asena’yı arayıp olanları anlattım. “Çık o evden Ece. Böyle olmaz, böyle karar veremezsin. Kafanı dinlemen lazım, ne istediğini anlaman lazım. Lütfen hayatım, biraz sakinleş ve kendini toparlamaya çalış” dedi. Sonra kabus gibi bir günde bitmeyen telefon trafiğime bir yenisi daha eklendi. Birinci kısımdan hatırlayacaksınız, Aslan’ın en yakın arkadaşı aradı. Vermediğim cevaplar Aslan’ı daha da delirtmiş, içinde bulunduğum eve gelip Kartal’la yüzleşmek için harekete geçmişti. ”Sakın!” dedim. ”Sakın böyle bir şey yapmasın. Eve dönüyorum. Düşünmeye, kafamı toparlamaya ihtiyacım var. Durdur onu, eğer Kartal’la iletişime geçerse onun asla affetmem. Sakinleştir. Ece yalnız kalıp düşünecek de. Düşünüp, bir karar verecek”
Gitmem gerek buralardan, çok yorgunum yaşanandan.
Senle geçen her günümde, başkası vardı. Sana böyle haksızlıkla, yalanlarla aşksızlıkla, Davrandığım her anımda dünyam karardı.
Eve nasıl döndüm, nasıl aştım o kadar yolu inanın hatırlamıyorum. Akşama doğru, ev arkadaşımla konuştum biraz. Herkes gibi ”Ne yapacaksın?” diyerek yanıtı bende olmayan tek soruyu yöneltti. Cevap veremedim, ”Ben bir duşa gireyim” dedim. Banyonun kapısını kapattım, telefonu hopörlere bağlayıp yukarıda gördüğünüz şarkıyı açtım. Bizim eski öğrenci evimizin banyosunda fayanslara yaslanıp içim çıkana kadar hıçkıra hıçkıra ağladım. Neden diye düşündüm, neden şimdi? Neden ben? Hayatımda ilk kez doğru seviliyorum ama bu kez yanlış olan benim. Ben doğru sevemiyorum. Aşamıyorum geçmişimi. İkisinden de vazgeçemiyorum. Niye? Kaç saat ağladım o banyoda, kaç şarkı geçti bilmiyorum. Duş aldım, odama geçip uzandım. Biraz kedim Mia ile oyalandım. Birinci kattaki evimin camlarından ışığı açık olan odamın içi gözükmesin diye perdeyi kapatmak için ayağa kalktım.. Tam perdeyi çekerken orada, öylece kalakaldım. Evimin önündeki sokakta, tanıdık bir araba içinde, öylece duran Aslan’a baktım. Kaç dakika, kaç saat boyunca orada durduğunu bilmiyorum. Önce perdeyi çekip uyumaya çalıştım ama yapamadım. Zaman aksın diye çok uğraştım ama olmadı. Üzerime bir ceket aldım, sokağa çıktım. Derin bir nefes aldım, haftalardır kaçtığım o yüzleşme için arabanın kapısını açtım. Bu şarkı çalıyordu.
Düşünme sen gidince öldüğümü falan.Tek derdim onunla uyuduğun zaman.
İsterdim başkası kokunu bilmesin,Ya da bilmeseydim şimdi kimlesin.Bu daha zor, onu biliyorum, onu tanıyorum.Unutamıyorum.
Zaaflarına bir gece,
Hatalarına bir nilüfer, Sevgisizliğine bir kalp verdim.
Galata Kulesi şahidim, ben aslında seni seçtim.
Bin bıçak var sırtımda,
Biniyle de adaşsın,
Her biri hayran sana.
Geceleri gündüze sorma
Hayat bizi sildi sonunda
Birbirimize çıkamadı yollar
Niye vazgeçemedin ondan?
Üçümüzün Son Hikayesi: Bir Mail Meselesi
Kartal’la evi cehenneme çevirmemizin üzerinden biraz zaman geçtikten sonra ona hala söylemek istediğim şeyler olduğunu anladım. Ama o günden sonra beni her yerden engellemişti. İşyerlerimizde mailleştiğimiz e-postalarımız hariç.. Ben de yapabileceğim en iyi şeyi yaptım. Söylemek istediğim her ne varsa uzunca yazdım ve bir ona mail attım. Güzel güzel yazdığım her şeye açık açık beni suçlayarak en kurumsal diliyle bir cevap yazdı. Hatırladıkça hala sinirim bozuluyor. ”İyi” dedim bende, ne yapayım? Adam anlamıyor, yapacak bir şey yok. Kabullendim. Böyle bitmesi gerekiyorsa böyle bitecekti. İşte benim kendimi anlatmak için attığım o mail, bizi son savaşa götüren ilk kıvılcım oldu. Hem de tamamen tesadüfen Aslan’ın eline geçerek..
Evde olduğum bir akşam kapı çaldı, gelen Aslan’dı. Konuşmak istediğini söyledi. ”Gel” dedim. Uzun uzun konuştuk. En azından bir süre, ilişkimiz olmasa bile vakit geçirmek istediğini, bir şeyleri değiştirebilmesi için şans verirsem mutlu olabileceğimizi söyledi. Arkadaş gibi.. İlişkimizi yıpratan her şeyi anladığını, bir daha onunla birlikte olmak istersem bunları aştığını görebilmem için yan yana olup olamayacağımızı anlattı. Arkadaşımdan yeni bir aşk çıktığına göre bu dönemde eski sevgilimden de bir arkadaş çıkabilirdi herhalde. Sorun etmedim. İnandım mı değişebileceğine, zannetmiyorum. Ama sakince konuştukça birbirimizi daha iyi anladığımız kesindi. Ben de onu dinledim. Biz bunları konuşurken, ertesi gün, arkadaşça kahvaltıya gitmek için bir mekan ismi söyledi. Ben telefonumdan mekana bakarken, kedim Mia’nın çıkardığı gürültüyle irkildim. Ne olduğuna bakmak için odama gittim, Mia’nın düşürdüğü parfümlerimi kaldırdım, biraz onu sevdim ve salona geri döndüm.
Gurur duy buna değer;
Erkekler ağlamaz diyen,
Seni tanımamış meğer..
Döndüğümde Aslan telefonumu eline almış, sinirden avucunu sıkıp, gözleri dolu dolu bana bakıyordu. Ekrana baktım, Kartal’a attığım maili hemen tanıdım. Nasıl olabilir ya? Her şey nasıl bu kadar üst üste gelebilir? ”Bu ne?” dedi. ”Burada yazdıkların, sen nasıl bu kadar yoğun şeyler hissedebiliyorsun bu adama?” Verecek bir cevabım olsaydı herhalde onu sakinleştirirdim. Ama bu da, cevabı bende olmayan sorulardan biriydi. Duvarları yumrukladı, ağladı, kendi kendini sakinleştirmeye çalıştı.. Çıkıp gitmekle kalıp bitmek arasında bir yerde, ”Ece bırak aşalım bunu” dedi. ”Bırak, düzelteyim. Bu şansı bana vermezsen birlikte geçirdiğimiz 2 yıla haksızlık edeceksin’ . Kartal’a verdiğim şansı ona sunmadığımı düşünüyordu. İşte tam böyle bir anda, elindeki telefon çaldı. Üzerinde günlerdir görmediğim bir yazı: ”Kartal arıyor…” Cevapla ya da Reddet.
Beni her yerden ona ulaşamamam için engelleyen, son sözlerimi mail ile söylemek zorunda kaldığım adam tam o an, o noktada beni aradı. Aslan sinirle ayağa kalktı, gözlerimin içine bakıp telefonu bana uzattı. ”Düzeltebiliriz Ece” dedi. ”Bunu aşabiliriz. Yeter ki bize o şansı ver”. Bir ekrana, bir Aslan’a baktım. Bu hissi daha önce de yaşadığımı hatırladım. Eğer o gün, o arabada bunu yapabilseydim hiçbir şey hiçbirimiz için bu kadar zor olmayacaktı. O yüzden, bu kez doğru olanı yapacaktım. Tereddüt etmeden Cevapla tuşuna bastım. ”Ece, biraz konuşabilir miyiz?” dedi telefonun ucundan Kartal. Yutkundum, derin bir nefes aldım, Aslan’a baktım. ”Hayır” dedim. ‘‘Benim seninle konuşacak bir şeyim yok.” . Gözümden süzülen bir damla yaş ile telefonu kapadım. Aslan gülümsedi, sanki üzerinden bir yük kalkmış gibi ”Halledeceğiz” dedi. ”Göreceksin, senin için, bizim için değişeceğim”. ”Şu an böyle bir şeye hazır değilim. Benim gerçekten zamana ihtiyacım var. Lütfen, bana bu zamanı ver. Bu ilişkiye devam edemem.” dedim. ‘‘Zaman senin, ben beklerim. Yeter ki geldiğin ben olayım” dedi ve gitti.
O gece bu yaşananlardan sonra annemi aradım. İçinde bulunduğum karmaşanın farkındaydı, genel olarak yaşadıklarımı da bildiği için ”İzmir’e gel Ece. Hemen İzmir’e gel. Ortalık daha da fazla karışmadan, ilk uçağa atla gel” dedi. Bir bilet buldum, hızlıca bir bavul hazırladım ve havalimanına doğru yola çıktım. Aslında en başından beri bu yazının ismi ve tanıtım introsunda gördüğünüz anons sesi İstanbul’u terk edişimi anlatıyordu. Çünkü ben o uçağa, adıma yapılan son çağrıda, ağlaya ağlaya yetiştim.
Bundan kötüsü gelemez başımıza,
Bundan kötüsü gelemez.
Ondan rahatım sen de rahat ol,
Zemine uzananlar düşemez.
İzmire geldikten sonrası tam bir kabustu. Burada yaşananları detaylıca anlatmaya kalksam bu seriyi üçüncü bir parta taşımak zorunda kalırım. O yüzden en kısa haliyle şunu bilmeniz yeterli: Kartal son telefon konuşmamızın ardından benden nefret etmeye başladı. Bende onun bu nefretine karşılık ortalığı savaş alanına çevirdim. En yakın arkadaşımla arasına girdim, çevremdeki herkesin onunla iletişimini kestim. Kızlar meclisini bizim balkonda toplayıp işi içinden çıkılmaz hale getirene kadar haklı olduğum konusunda direttim. O da kendi arkadaşlarıyla bana cephe aldığı tweetlerle sinirlerimi tepeme çıkarmaya devam etti. Kazananı olmayacak bir savaşta, ne kadar cephanemiz varsa harcadık. En sonunda, ben ondan Asena’yı aldım. O da benden son zamanlarda esirgediği anlayışın yerine sonsuz bir nefret duygusu doldurdu. 5 yıl önce bu kaos, ailem ve arkadaşlarımı da içine alan bir çığ oldu. Sonunda geride kalan tüm enkazı İzmir’de bırakıp, İstanbul’a döndüm. Bundan sonraki bir ay içinde Aslan, ilişkimizde hep olmasını istediğim adam gibi davranarak beni yeniden denemeye ikna etti. Yaşadığımız her şeyi aşabileceğimizi söyledi ama hiç aşamadık. Kartal, yokken bile hep aramızda kaldı. En ufak sorun, en küçük anı ortalığı birbirine kattı. Ve çokta uzun olmayan bir süre sonra ayrıldık.
Bi’ gün gelir için sızlar, beni anlarsın.Belki beş yıl sonra adımı anarsın,O gün bizim için deli gibi ağlarsın.Çok geç biz bittik ve sen bitirmiştin.
Şimdi, gelelim bugüne. 2023 yılına. Bu hikayeyi tam 5 sene sonra yazmaya cesaret etmem elbette ki bazı şeylerin değişmesiyle oldu. Bu yıl, kızlarla çıktığımız bir akşam yemeğinde seneler sonra Kartal’la karşılaştık. Benim dışımdaki herkes, o zaman yaşadığımız bu karmaşayı aşmış ve nihayetinde benim haksız olduğuma karar verip Kartal’la barışmıştı. Yalnızca biz, göz göze gelmemek için çaba sarfeden iki insan olarak kalmıştık. İşte böyle bir denk gelmede, onu son gördüğüm gün, bana söylediklerini hatırladım. Doğru, ben haksızdım. Haklıydı, o her şeyi doğru yapmıştı. Sonraki günlerde senelerce kaçtığım o yüzleşmenin sonunda yapılması gerektiğini anladım. Ve Asena’ya bir mesaj attım. ”Kartal’a söyle engelimi kaldırsın. Özür dileyeceğim”. Asena önce şaka falan yaptığımı zannetti, sonra ciddi olduğumu anlayınca ”Allah aşkına, bu sefer beni karıştırma.” dedi. Nihayetinde Kartal engelimi kaldırdı. Konuşmak istediğimi söyledim ve buluştuk. O buluşmaya söyleyebileceği her türlü şeyi duymaya ve alttan almaya hazır gittim. Konuştuk, yüzleştik, o içini döktü ben de fazlasıyla gecikmiş özrümü diledim. Samimiydim, bunu göstermeye gayret ettim. O da kin tutmayı bırakmış, seneler önce birlikte vakit geçirdiği bir arkadaşını geri kazanmış gibi davrandı.
O gün, o masada tüm bu yaşananlara rağmen en azından arkadaşlığımızı kurtarabileceğimize karar verdik. Başlarda biraz zordu, gerçi hala zor ama en azından ilk zamanlardaki gibi birbirimizi bir kaşık suda boğmak istemiyoruz. Tahmin edebileceğiniz gibi ben daha fazla çabalamak zorunda kalıyorum. Onun seneler önceki çabalarına veremediğim karşılığı bugün vermeye çalışıyorum. Kötü olan her şeyi silip yerine iyi anılar koyabilmemiz için nefret ettiğim tavlayı onunla oynuyor, öğrenmeye çalışıyorum. Korkmama rağmen hız yapmasına izin veriyor, alışmaya gayret gösteriyorum. Hayatıyla, yaşadıklarıyla ilgileniyor, bana anlatabilmesi için fırsat yaratıyorum. Ama işe yarıyor. Bu çabam, en azından aramızdaki buz dağının bir kısmını eritmemizi, eskisi gibi arkadaş olabilmemizi sağlıyor. Zaman geçtikçe, üzerine konuşup geçmişe zehrimizi döktükçe, her şey daha da kolaylaşıyor.
En başından beri bu yazı için onayı vardı. Yayınlamamda hiçbir sakınca görmedi. Hatta ikinci partta eğer istersem rumuz yerine gerçek adını kullanabileceğimi, kimliğini açıklayabileceğimi söyledi. Kararı bana bıraktı. Üzerine epeyce düşündüm ve Kartal’ın bu gökyüzünde daha özgür yazılabilmesinin sebebinin rumuz kullanmam olduğunu anladım. Siz bu hikayede onu Kartal olarak tanıdınız, öyle de kalsın istiyorum. Bundan sonraki satırlar yazının birinci kısmı yayınlandıktan sonra ortak kararımızla ona ait. Bu hikayede ondan da bir şeyler dinlerseniz, harika olacağını düşündüğüm için böyle bir teklifle gittim. Beni kırmayıp kabul etti. Dolayısıyla ilk kez bir yazıda son sözler benim değil. Kendisini bu hikayede figüran olarak görse de, şimdi okuyacaklarınız bu hikayenin bir diğer ismi, Kartal’ın kalemi.. Şarkıyı da bizzat o seçti.
Cesaretimi topladım, gururumu ezdim geçtim.
Bir zeybek gibi dimdik dikildim tam karşında,
Son bir defa.
Öncelikle bu hikayede yer almanın ne demek olduğunu, nasıl yaşadığımı anlatmak istiyorum. İstanbul’a yerleşmesinin üzerinden 2 yıl geçen biriydim. Hayatımdaki bazı denklemleri bir zemine oturtamamıştım ama günlerim, bu odakla geçiyordu. Kendime ayıracak vakit bile bulamadığım dönemlerdi. Çevremde İzmir’den tanıdık bir yüz yoktu, yeni arkadaşlıklar edindiğim zamanlardı. Hep deli doluydum, içselleştirmeden yaşayabildiğim herhangi bir konu yoktu. Hani büyük bi farkındalık çöker ve eksik olanı anlarsın ya, biz Ece’yle öyle bi dönemde yeniden karşılaştık.
Benim hikayemin figüranı yok, tamamen iki kişilik gördüğüm bir hikayenin figüranı olma düşüncesi mi? Tabi ki istemezdim, ama oldu..
“Kartları açık olan günün sonunda hep kaybeder”
Sevmiştim, gözlerimin güldüğünü kendim dahi görebiliyordum.. Karşındaki kişiyi at gözlüğüyle beğenmekten bahsetmiyorum, içsel yakınlıktan bahsediyorum. Konuşup sohbet edebildiğin, gezebildiğin, anlaşabildiğin, tiyatroya gitmek için can attığın.. Kaç kişi oldu ki? Aramızda kıta vardı, o da ben de yokmuş gibi yaşadık. Sevgili olmak için kendimiz olduk, bu da yetti. Sonrasını zaten dinlediniz.. Maalesef çark her zaman istediğimiz gibi dönmeyebiliyor.
Kalp kırmaktan hep çok korkmuşumdur, kendi dünyamın içinde olabildiğince mutlu biriydim ama yıkıldım. O telefona cevap verdiği gün, hasta olmasa sağa çeker, TEM otoyolunda bırakır, yoluma devam ederdim. Yapamadım. Eve çıktığında bağırıp çağırabilirdim ama yapamadım. Yaşadıklarını tahmin etmekten öteye geçemezdim. Empati yapmayı sadece denemiştim, başarılı olduğumdan asla emin değildim. Bir sözüne inanmıştım: “Sen olsan da olmasan da, o bitti”. Bunu bana söyleyen kişi ile aynı ilçeyi değil aynı mahalleyi paylaştım ben yıllarca.. İnanmayı da istersen, inanıyorsun işte..
Başlangıçta olduğu gibi hayatımdan çıkarken de kaos vardı. Tüm olanlar.. Benden Asena’yı da uzaklaştırmıştı, ne garip değil mi? Tek derdi sevgisini göstermek olan birinin sahip olduğu sevgiden de mahrum kalması.
Yıllar beni haklı çıkarmış olsa da, önemi kalmamıştı. Yaşananları öğreti olarak kabullenmiştim, bugün o öğretilere de sahip çıkıyorum.
Yaşamın güzel noktalarında dolaşırken ölümlü olduğunu hatırlamak gibi, burukluk.. -Wiz Khalifa-
Eyvallah.
KARTAL