Kendimi bildim bileli kitap okumaya aşığım. Okuyamadığım, vakit ayıramadığım zamanlarda o kadar kötü hissediyorum ki, bir kabahat işlemişçesine huzursuz oluyorum. Ama el mahkum yaş büyüdükçe, hayatın akışına ciddi sorumluluklar ve stresler eklenince kitaplara ayrılan zaman azalıyor ne yazık ki. Öyle gençlik romanlarındaki vampirler, aşklar, kaçamaklar da çıkıp gidince hayatınızdan haliyle bir süre sonra D&R’da ‘Çok Satanlar’ kategorisini es geçmeye başlıyorsunuz. Tıpış tıpış Türk ve Dünya Edebiyatı bölümüne yöneliyor, Kişisel Gelişim’de birkaç tur atıyor, sevdiğiniz tarza yakın keşfedilmemiş bir hazine bulurum umuduyla saatlerce rafları inceliyorsunuz. Belki de bundan sebep eskiden okuduğum kitaplara bir dönüş yaşıyorum bu aralar.
Şu anda yanı başımda Jane Austen’ın Gurur ve Önyargı’sı duruyor mesela. Bir de sanırım ortaokuldan beri, okurken en büyük alışkanlığım kitaplarda hoşuma giden, sevdiğim cümlelerin altını çizmek. Bu öyle bir alışkanlık ki, sırf kitapları yıpratmamak ya da arka sayfaya geçen mürekkeplerle uğraşmamak için özel kalemlerim bile var. Kütüphanemin başına geçip, bir kitap seçip, ara ara okurken altını çizdiğim bu cümlelere göz gezdirmeyi çok seviyorum. Ya da kitaplarımı ödünç verdiğimde, okuyan kişinin o cümlelerden benim gibi etkilenip etkilenmeyeceğini merak ediyorum. İşte bu yazının ana fikri, tam olarak bu alışkanlığımın bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Hazır okumaya doyamadıklarıma dönüş yaparken, hatta en sevdiğim yazarın eserlerinde bir koleksiyon tamamlamışken ‘Biraz Edebiyat’ kategorisini canlandıracağım yeni bir seriye başlamak istedim. İlk yazı için de geçen ay tamamladığım Sabahattin Ali özel baskı koleksiyonumun en nadide parçası ”Tüm Eserleri – Romanlar” kitabını incelemeye aldım. Üç roman arasında başlangıcı, kronolojik sırayla yazarın en sevdiğim ikinci kitabı olan Kuyucaklı Yusuf ile yaptım. Az sonra okuyacaklarınız Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf romanını yeniden okurken altını çizdiğim ve sizlerle de paylaşmak istediğim cümlelerin bir derlemesi. Ama önce gelin hayatımda çok önemli bir yere sahip olan bu yazarı ve bu yazıya konu olan romanı inceleyelim.
Genel Bakış: Sabahattin Ali (1907-1948)
Benim için Türk Edebiyatındaki en önemli isimlerden biri Sabahattin Ali. Hatta 2015 yılında yazdığım ‘Ah Be Sabahattin Ali’ yazısından da hatırlayanlar olacaktır, kendisi en sevdiğim yazar. 41 yıllık ömründe kaleme aldığı her şeyi tekrar tekrar okumaktan büyük zevk duyuyor, her seferinde ilk okuduğumdaki kadar etkileniyorum. Öykü, şiir ve deneme gibi diğer tüm türleri bir kenara koyduğumuzda kaleminden çıkan üç roman sanırım herkes tarafından en çok bilinen eserleri. Üçü de (Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940), Kürk Mantolu Madonna (1943) okuyucuyla kurduğu sonsuz bağlılığın en önemli yapı taşlarını oluşturan, okudukça onu daha iyi anlamamızı sağlayan kitaplar. Peki hapis hayatı, bir cinayete kurban gitmesi, neden ve kimin isteğiyle öldürüldüğü bugün bile tartışmalara sebep olan Sabahattin Ali’nin hayatı aslında nasıldı?
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907’de babasının görev yaptığı, o sırada Bulgaristan’ın Gümülcine sancağına bağlı Eğridere (şimdiki adı Ardino) ilçesinde doğdu. Üsküdar’da başladığı öğrenimine Çanakkale ve Edremit’te devam etti. 1922-1923 ders yılı başında Balıkesir Muallim Mektebi’ne kaydoldu, ardından İstanbul Muallim Mektebi’ne geçti. Yabancı dil öğretmeni açığının giderilmesi için 1928’de yurtdışına gönderilen on beş kişi arasında Almanya’ya gitti ve Potsdam şehrindeki özel bir okulun kurslarına devam etti. Türkiye’ye döndükten sonra öğretmenlik, rejisör asistanlığı, çevirmenlik yaptı. 1946’da Aziz Nesin’le birlikte Markopaşa’yı çıkardı. 1948’de bir yazısı yüzünden tutuklandı, üç ay kadar hapis yattı. Sürekli izlendiği için yurt dışına kaçmak istedi ancak 2 Nisan 1948’de Kırklareli dolaylarında bir kaçakçı tarafından öldürüldü.
Kuyucaklı Yusuf Roman İncelemesi
Türk Edebiyatı’nın en önemli eserlerinden biri olan Kuyucaklı Yusuf okuyucuyu asla sıkmayan, karakterlerle yoğun bir bağ kurabildiğiniz oldukça etkili bir roman. Anadolu yaşamını yansıtma şekliyle araştırmacılar tarafından da sıklıkla incelenen bu eser özünde Yusuf ile Muazzez’in aşk hayatından çok daha fazlasını anlatıyor. Yusuf’un Şakir ve kasabanın egemen güçleriyle girdiği çatışma, Selahattin Bey’in kumar borcu, Ali’nin ölümü ve sonrasında gelen tüm olaylar kadını merkez alan ama asla anlamayan bir toplumun felsefesini yansıtıyor. Romanı okurken bir Anadolu kasabasına gidiyor, buradaki toplumsal ve töresel yaşamı gözlemliyor, insanların temeldeki arzularını yansıtma biçimleriyle yüzleşiyorsunuz. Üstelik bunu bir aşk hikayesinin çerçevesinde yapıyor, hem dönemi, hem o yapının temelini oluşturan düşüncelere toplumun verdiği önemi ve tüm bunların nedenlerini anlıyorsunuz.
Bereket versin, Anadolu’nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında bunların gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır. Bunlardan en birincisi ‘rakı’ dır. (Sabahattin Ali – Kuyucaklı Yusuf)
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Anadolu yaşamına ışık tutan Halide Edip, Reşat Nuri ve Yakup Kadri gibi yazarların romanlarında genellikle amaç revizyon olarak karşımıza çıkarken Sabahattin Ali’de bakış açısı tümüyle değişiyor. Diğer yazarlar Anadolu’daki geri kalmış toplumu batı uygarlığına uygun biçimde yapılandırmaya çalışırken Sabahattin Ali muhalif ve başkaldırıcı bir anlatımla karşımıza çıkıyor. Sistemin kendisine yönelik eleştiri yapmayan, yalnızca geleneğe ve çarpık din anlayışına yönelik eleştiriler barındıran diğer eserlere karşılık Kuyucaklı Yusuf’ta eleştirilmek istenen sistemin ta kendisi: Eşraf ve bürokratın kurduğu adaletsiz, yapay düzen.
Kuyucaklı Yusuf’u Okurken Altını Çizdiğim Cümleler
- ”Hayat birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine sürükleyecek kadar kuvvetli değildi.”
- ”Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi ilk defa bir şey istiyor, hem de korkunç bir şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkansızlıkla beraber gelmişti? Niçin hayatının bu en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya çıkar çıkmaz öldürmeye mecbur kalıyordu? .. Niçin? Kimin için? .. ”
Aman yarabbi, ne kadar yalnızdı… Yalnız… Gökyüzündeki yıldızlardan çayın dibindeki çakıllara ve doğu tarafından kopup gelen bulutlardan batı tarafındaki denize kadar uzanan ve yayılan bu kocaman gecenin içinde yapayalnızdı. Düşüncelerini hangi istikamete koşturursa koştursun karşısına kimse çıkmıyordu. Şu anda bu koskoca dünya üzerinde kendisini düşünen bir tek kişi bile mevcut olmadığına o kadar emniyeti vardı ki acı bir kabadayılıkla kendisi de hiç kimseyi düşünülmeye layık bulmuyor; fakat bundan sebebini anlayamadığı bir üzüntü duyuyordu. Acaba onu sahiden hiç düşünen yok muydu ve o hiç kimseyi düşünmemekte, kendini yalnız bulmakta bu kadar haklı mıydı?
- ”Hayatının bütün hatıraları lüzumsuz ve manasızdı. Ömrünün her vakası olmasa da olabilir, hayatına giren her insan girmese de olabilirdi.”
- ”Allah hakkındaki düşüncesi de pek ileri gitmiyor, onu her istediğini yapan korkunç bir şey olarak tasavvur ediyordu; ve şimdilik, onun pek dehşetli olduğu söylenen gazabını ayaklandıracak bir şey yapmadığını bildiği için, kendisinden korkmak ihtiyacını da duymuyordu.”
Onu hariçte bir mevcut, yabancı ve başka bir insan olarak düşünmüyor, kendisinin bir parçası; kolu, gözü ve yüreği olarak tasavvur ediyordu. Burada beğenmek veya beğenmemek, sevmek veya sevmemek, hayran olmak veya küçük görmek bahis mevzuu olamazdı, çünkü böyle şeyleri bir kere bile kafasından geçirmiş değildi. Muazzez’e dair içinde ilk uyanan ve şuuruna varan his onun kendisinden koparılması ihtimaline karşı duyduğu müthiş bir acı oldu.
- ”Hayatının bütün hatıraları lüzumsuz ve manasızdı. Ömrünün her vakası olmasa da olabilir, hayatına giren her insan girmese de olabilirdi.”
- ”Şimdi gözlerini kaparsa hiçbir şeye yanmayacaktı. Düşünüyor ve ayrılacağı için müthiş bir üzüntü duyacağı bir şey tasavvur edemiyordu.”
- ”Madem ki hiçbir şeyi değiştirmeye iktidarı yoktu, her şey evvelden çizilen bir yolda yürüyecekti, o halde aklı başında bir insan, olanları tebessümle seyredip sırasını beklemeliydi.”
- ” ‘Benim için yapılacak ne iş kaldı ki?’ diyordu. ‘Yerimizi boşaltsak da dünyaya yeni geleceklere yer açsak…’ ”
- ”Bütün hislerden ve düşüncelerden daha kuvvetli olan ve insanı hayatında ancak birkaç defa idaresi altına alan tabii ve hakim bir duygu şimdi ikisini de avucunun içine almıştı.”
- ”Kadın dedikleri şey hakkında hiçbir fikri olmayan delikanlı karısına insanların üstünde bir mahiyet veriyor, kalbinde günden güne kuvvetlenen bir aşkı adeta dini bir his gibi tefsir ediyor ve bütün düşünce ve hareketlerinin bu mihver etrafında dönmesi lazım geldiğine inanıyordu.”
- ”Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak…”
Hayattan fazla şeyler bekleme. Dünyada her felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak, muhite uymak, hiç sivrilmemektir.
- ”Kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini bilmeyen ve ‘Ya gazi, ya şehit’ diye bağırdıkları halde ölümü akıllarına bile getirmeyen zavallılar… Hayatın yeknasaklığı içinde birdenbire beliriveren bu korkunç değişikliği gülerek kabul eden, ona koşan ve ne için, kimin için ölmeye gideceklerini, nerede ve nasıl öldürüleceklerini sormayı asla akıllarına getirmeyen kahramanlar…”
- ”İstihfaf ettiği, kendisinden zayıf bulduğu mahlukların mahkumu olmak çok harap edici bir şeydi.”
‘Saadet, hayatı olduğu gibi kabul etmektir.’
Hayatı olduğu gibi kabul etmeli ve ona ne bir şey ilave etmeli ne de ondan bir şey eksiltmeli… Bazı şeyler vardır, canımızı sıkar. ‘Bu neden böyle? Böyle şeyleri dünyadan kaldırmalı!’ deriz. Bazı şeyler de mevcut değildir. İçimizden bunların olmasını ister, hatta bu uğurda çalışırız. İkisi de saçma ve faydasızdır. İnsan dediğin mahluk hiçbir şeyi değiştiremez. Bunun için gönlünün rahat olmasını istersen gördüğün fenalıkların bile bir hikmeti olduğunu düşün ve yeryüzünde olmayan iyilikleri oraya getirmek sevdasına kapılma…
Sonra en mühimi: Kendini halinden şikayet etmeye alıştırma! Ömrünün sonuna kadar dövünsen bu hayatın cefası tükenmez, kendine etmiş olursun.
Romandan Uyarlanan Kuyucaklı Yusuf Filminin (1985) Fragmanı:
Kuyucaklı Yusuf Romanını Sesli Dinlemek İçin: