Masalını Yitiren Prenses

Bir varmış, bir yokmuş.. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde pireler berber iken,develer tellal iken,ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken uzaklardaki bir sarayda ya da bilinmeyen bir diyarda değil, tam burada, çok yakınımızda, iki sokak ötede ya da mahallenin içindeki körpe bir evde, masallarla büyüyen bir prenses yaşarmış.

Bir gün sarkıtmak zorunda kalırsa diye saçlarını hiç kestirmez, her ihtimale karşı kırmızı bir pelerinle gezer, yedi tane cücenin yaşadığı bir ev görme umuduyla yürürken hep etrafına bakarmış. Pembe kıyafetlerini plastikten taçlarla süsler, yaşlı bir kadın elinde elmayla kapıda belirirse yememesi gerektiğini hep kendine hatırlatırmış. İstediği bir yere gidemezse, ona kötü davranan birileri etrafta belirirse, toprağa düşen iki çift gözyaşının periyi ona getireceğine inanır, gittiği balonun en güzeli olacağının hayaliyle geceyi gündüz yaparmış.

Günler değişmiş, zaman geçmiş pembe tütsü etekler yerini siyah kotlara bırakmış, kristal plastik taçlar renkli saç boyalarına, hayalleri süsleyen masallar popüler gençlik romanlarına dönüşmüş.

Beyaz atlı prens, beyaz arabalı bir erkeğe evrilmiş, prenses beklemeye, düşlemeye devam etmiş.
Bütün romanlar aşka sahip çıkan, sevdiği kadın için fedakarlık yapan yakışıklı, zengin ve modern prensleri anlattıkça prensesin beklentisi bu yönde şekillenmiş. Karşısına izlediği filmlerdeki modern zamanın beyaz atlı prenslerine uymayan adamlar çıkmış ama prenses hep onu hayal ettiği hayata sürükleyecek o prensi beklemiş. Külkedisi için kral babasıyla kavga eden, tahtı reddeden prens, dizilerde holdinglerin küçük veliahtı olarak karşısına çıkınca, yanı başında duran erkek hep sıradan, hep halktan gelmiş.

Prensesin aklı sarayın ihtişamlı yapısından, zenginliğin bolluk ve bereketine kaydıkça aşkı hep bir kurtarıcı olarak hayal etmiş.

Zaman geçmiş, prenses gerçeklerle yüzleştikçe toz pembe masallara siyah hüzünler sürülmüş. İki sokak ötede bir kadın dövülmüş, aşk diye gözlerini kapattığı öpücüğün sonu tacize dönmüş, her prensin bir prenses aramadığını, aslında kötü kalpli kraliçelerin de zafer kazanabildiğini görmüş. Sokak arasında laf atıp onu korkutan kurtlar çokmuş ama etrafında hiç avcı yokmuş. Prens külkedisini küllü elbisesine rağmen istemişti hani, şimdi bir şort gerçekten kendi prensiyle arasını bozabilir mi? Bozmuş, külkedisi o haliyle saraya kraliçe olurken, kısa bir etek onun ilişkilerinin sonu olmuş. Prenses vazgeçmemiş belki masalından ama prensler hep kalp kırmış. Kimse gelip çatı arasındaki hayatını önemsememiş, sokaklarda bir sürü kibritçi kız son gecesini, o son kibritle aydınlatmış, uyuyan güzeller bu hayatta hiçbir yere varamamış. Ve anlamış, aslında hiçbir prenses, bir öpücükle hayata dönmez, bir elma kimseyi öldürmez. Masallar entrikalardan hiç bahsetmez, romanlardaki yalanlar hiç bitmez. Filmler, kesilen sahnelerden arta kalan bir kurgu sadece, aslında asıl hikaye ham görüntülerde.

Yanlış seçimler, prense dönemeyen kurbağalar her yerde, peki ama sonsuza dek mutluluk sözü bu masalın neresinde?

Prenses yaşadıkça farkına varmış. Kılık değiştiren kurtlar hep karşısına çıkacak ve avcı, o an şanslıysa orada olacak. Bu yüzden gerektiği yerde avcı olmaktan başka çaresi kalmamış. Onu uykudan uyandıracak öpücüğü bekleye dursun, prens başka birinin yanında, aşkı mühürleyen öpücüğü kaç kadınla paylaşmakta? Prenses olmakta değilmiş olay, bazen gözünü açıp aynanın başında her şeyi izleyen kraliçe olmayı da bilmek gerekirmiş. Hırsla gelen kötülüğü yedi cüce değiştiremezmiş, bir adam elinde bir ayakkabıyla bir kadın için tüm diyarı gezmezmiş. İyi kalpli krallar, halkın huzurunu sağlamaya çalışmaz, kendini saraya kapatır, saltanat sürermiş. Baloya girebilmek ne mümkün, herkes kendi imkanları içinde nefes almak zorunda hissedermiş. Hep iki erkek, tek kadın olmazmış. İki kadın, bir erkek hikayeler de çoğunluktaymış. Biri hep mi kötü olur, hayır. İyi ya da kötü yokmuş. Kraliçe kendini her haliyle sevmeyi öğrense, külkedisi kendini savunmayı bilse, uyuyan güzel bir toparlanıp kendine gelse, rapunzel kendine güvenip o kuleden tek başına inse, işte o zaman her şey farklı olurmuş. Prenses kendi atına binmeyi, sabah o yataktan kalkıp işe gitmeyi, bir prense ihtiyaç duymadan ilerleyebilmeyi, kötü kalpli kraliçeyle baş etmeyi, bütün olumsuz şartlara rağmen kendi şatosunu inşa etmeyi öğrenmiş.

Çünkü bu hayatta babanız bir seyahate gidip, dönemeyebilir. Kötü kalpli üvey anne sizi hayattan bezdirebilir. İki kız kardeş, kıskançlıktan birbirini yiyebilir. Ama bir peri, en çaresiz hissettiğiniz an da size sihirli değneği ile dokunmaz, balkabağından bir araba yaratmaz. Araba istiyorsan, kendi çabanla alırsın. Kötülük karşısında susup ağlamak hiçbir şeyi çözmez, gözyaşı sanıldığı gibi mucize getirmez. Bir öpücük uyandırmaz, her adamdan prens olmaz. Masallar şiddet gören prensesleri, aldatan prensleri, ağlatan kraliçeleri, dedikodu yapan yedi cüceleri anlatmaz. Rivayetler değişir, toplum kabullendikçe farklı olan hep yalnızlığa itilir. Yeni düzende her prenses kendi masalını yazabildiği sürece hayatta kalabilir.

Şimdi sen, yazılmış tüm masalları bir kenara bırak. Toz pembe hayallerini çocuksu ruhuna sakla, prenseslikten kadınlığa adım at.

Bu dünya bizi masallarla uyuturken gerçeklerle uyandırdıkça, o prensin geleceği umudu içimizde yaşadıkça, her kalbimiz çarptığında teslimiyet kaçınılmaz olacak. O yüzden bu yeni masalda hiçbir kadın prense umut bağlamamakta, prensesler o görkemli taç için kendi çalışıp çabalamakta.
Bu masalın sonunda gökten düşen elmalar kendine güvenen, özgürlüğüne sahip çıkan, hayatı için korkmadan çabalayan tüm kadınlara. 

1 Yorum Var

Yorum Yazın

Navigate
Verified by MonsterInsights