BİR CANİNİN HİKAYESİ..
İki gün önce okumaya başladığım bu güzel roman hakkındaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim.
Romana konu olan olay 18. yy’da Fransa’da geçiyor. Jean-Baptiste Grenouille tüm insancıl duyumlardan ve duygulardan yoksun, yalnızca kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı, istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten çekinmeyen bir katildir.
Evet kitaba ilk başladığımda koku için cinayet mi işlenir ? şeklinde eleştiri yapmıştım. Ancak ilk 50 sayfadan sonra yazar sizi kitabın içine öyle bir çekiyor ki kalkıp insanları öldürüp kokularından parfüm yapasınız geliyor. Gülmeyin, ciddiyim.
Grenouille daha bebek yaştayken süt anneler tarafından Pariste büyütülüyor. Ama onu alan her süt anne iki gün sonra geri getiriyor. Diyorlar ki ‘Bebekler masumdur, kokularıda öyle. Ama bu bebek kokmuyor. Bu bebek şeytanın yavrusudur’.Şeytanın yavrusu fazla mı abartı bilmem ama Grenouillenin kötülüğü temsil ettiği bir gerçek.
Yazar öyle farklı tanıtmış ki Paris’i, hani şu bildiğimiz, aşıklar şehri olan Paristen eser yok. Pis kokuların hakim olduğu, hastalıkların etrafta cirit attığı cehennem azabının tasviri olabilecek nitelikte bir Paris anlatılan. Önceleri yadırgadım, anlayamadım. Sonra farkettim ki yazar gözleriyle bakmıyor Paris’e. O Grenouille olarak, sadece kokulara bakarak tasvir etmiş bizim güzelim Parisimizi..
Herneyse Grenouille bir şekilde büyüyor ve dönüştüğü insan -ki insan demek mümkünse- yalnızca kokulara göre hareket ediyor. Havayı koklayarak karanlıkta yolunu bulabiliyor, Her nesneyi kokularına göre birbirinden ayırt edebiliyor.
Komik olansa şu. Yazarın anlatışına göre Grenouille ilk cinayetini işlediği zaman genç bir erkek. Kızın kokusunu takip ederek evine giriyor. Yazar kızı öyle bir anlatmış ki VS meleği sanırsınız. Bizim oğlanda kızı boğuyor, soyuyor ve sadece kokluyor. Cinsellik üzerine hiçbirşey yok. İşte burda hikayenin inandırıcılığını kaybettiğini düşünüyorum.
Şimdi diyebilirsiniz ‘Kızım çocuk sadece kokluyo, herşeye inandında bir bu mu kaldı inanmadığın’. Evet, burda hikayeden koptum ben. Hani bu erkeğin arzusu, isteği ? Yaratılışta anlatılan o şehvet, arzu, karşı cinse olan istek nerde ?
Daha sonrasında kendi kokusunun olmadığını anlayıp daha fazla cinayet işlemeye başlıyor, ki burdan sonrasıda kitabın sonuna ulaşıyor zaten.
Diyeceğim o ki kitap güzel ancak bizden, yaşamımızdan fazla uzak..
Patrick iyi bir yazar bu belli.
Ancak ne yazık ki bir Dostoyevski, bir Tolstoy değil..
1 Yorum Var
Daha fazla yazmalısın bence yazılarını takip ediyorum ve çok güzeller