Belli, bizde bir hediye alma problemi var. Ezelden beridir hep aynı çerçeve içerisinde hediyelerle birbirimizi avutup duruyoruz. Hazır kutlamayacağım bir 14 Şubat var önümde, bende krizi fırsata çevirerek kamu yararına bir araştırma yapayım dedim. Siz hediye almaktan nefret eden özgür ruhlu bedenler, kapitalist sistemin oyunları böyle günler diye savunmaya geçmeden önce buraya bir not düşelim. Böyle günlerde beklenen hediyelerin genellikle maddiyatla bir ilgisi yoktur. Öyle bakan kişilere de denk geldim ömrümde ne yazık ki ama aslında istenilen önemsendiğini hissetmektir. Karşınızdaki insana onu sevdiğinizi göstermeniz için bir araç olarak bakabilirsiniz bu tarz günlere. Şayet bunu her gün yapıyorsanız, 14 Şubat’ı pazarlama aracı olarak kullanan markalara para kazandırmak zorunda kalmazsınız. Bu konuda lütfen artık ortak bir noktaya varalım, senelerdir aynı tartışmanın ortasında çürüyüp gidiyoruz çünkü. Ay bayılıyorum böyle popüler kültürün kölesi yazılarda anlatımı umursamadan sohbet ediyormuşçasına yazı yazmaya. Her neyse, aşağıda listelediğim tüm ürünler benim gözümde alınabilecek en cool, en güzel ve…
İki Kişilik Tükeniş
Her zaman paramparça oluşların bir hikayesi vardır. Başlamak nasıl bir adımsa bitirmekte uçurumdan aşağıya atlamaktır. Alışkanlık, aşkın bir köşesinde daha pasif kalsa da yüreğinizde tınlayan ezginin en tiz parçasıdır. Gözyaşı aşktandır ancak korku alışkanlıktan. Tükenişlerin ucunda bizi selamlayan yalnızlık korkusunun tümü alışkanlıktan. Bir sabah uyanıpta kahvaltı yapacak birini bulamamaktan, bir şarkı çaldığında yanı başında olamamasından, olur da bir gün bir başkasında sende bulamadığını bulmasındandır. Bitirmekte başlamak gibidir zaten. Bir süreçtir, adamı olduğu yerde kıpırdatmadan tüketir. Aniden olmaz sanılanın aksine aşk, bir anda doğmadığı gibi sana kattığı her ne varsa öylece alıp hayatından ayrılmaz. Kaybetmek içinde zaman gerekir. Anlaşmazlıklar, tartışmalar, artık eskisi kadar çok sarılmamalar gerekir. Bir gün aynaya baktığın zaman ruhunda gördüğün, makyajının kapattığı yaralar demektir. Bir adamı sevmek çok marifet isteyen bir iştir. Henüz küçük bir kadın için büyük tecrübesizlik demektir. Değişmenizi gerektirir. Saatlerce konuşsan sana aynı aşkla baktığını bildiğin adamın zamanla sesine tahammül edemez hale gelmesidir. Yüreğinizi yaralar,…
Beni anlamıyor-mu?-sun!
Kadınlarla erkekler arasındaki kalın duvarlardan darbe yemekten bıkan bir toplum görüntüsü çizmeye başladığımızı düşünüyorum. Karşı cinsle aramızda doğanın boyun eğdiği, olması geren bir birliktelik söz konusu. Tüm dünya insanın diğer varlıklarla ilişkisinden ziyade, kendi cinsiyle ilişkisini dengeleyebilmesi üzerine bir varsayımın peşinde. Birbirimizi anlayabilmek. Bizi bizden koparan, empatinin karşımızdakinde olmadığına inandıran iki cinsiyet arasındaki sonsuz uçurumun varlığından doğan sorunlardan bunalarak kaleme alınan bir yazı olacak. Ne vardı yani anlaşabilsek ? Empati kurabildiğimize inanıp, günlük yaşantımızı bu yönde etkileyebilsek? Kızgın bir emojinin ardından whatsappta kurulan ‘Beni anlamıyorsun’ cümlesi karşımızdakinin bizden daha salak olduğunu vurgulamaktan çok, ilişkileri erkeklerin açısından ‘yine neyi anlamadım acaba?’ boyutuna taşıyıp artık bizi anlamaktan öte kurduğumuz cümleyi anlamaya itiyor sanırsam. İletişim kopuklukları yüzünden ikili ilişkilerde karşılaştığımız bir takım problemler zaman içerisinde iki cinsin arasındaki uçurumun daha da açıldığını gözler önüne seriyor. Gelişen teknoloji, anında bağlantı derken daha fazla şansımız varken daha az iletişim kurduğumuzu göremeyecek kadar ‘teknoloji körü’ olduk…
Erkeklerde haklı, kızlar biz ne yapmışız böyle?
Prenseslikten bahsedip duruyoruz hep. Kadın olmak çok zor, ay bu erkekler bizi hiç anlamıyor, düz mantık bunlar falan filan. Olaya birde erkeklerin tarafından bakmak lazım sanırım. Tamam yani biz her zaman haklıyız bunu kimse inkar edemez ama onlara da yazık be. Bu yazıyı okuduğunuz zaman inanın kızlar erkeklere de hak vericeksiniz. Çoğumuz diyoruz ki arkadaş olarak erkekler kızlardan daha iyi. Ama onları flörtleşicek erkek statüsüne aldığımız zaman dünyanın en salak insanına dönüşüyolarmış gibi hissediyoruz. Bu beklentilerimizin çok yüksek olmasından kaynaklanıyor olabilir mi acaba? Arkadaş gözüyle baktığımız zaman bizi anlayan, zaman geçirmekten hoşlandığımız bu varlıkları sevgili olma yolunda öyle bir harcıyoruz ki adamlar ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Yani düşünsenize Kıvanç Tatlıtuğ gibi bir erkek hayal eden kıza yetmeye çalışıyorsun. Onlara yaptığımız en büyük haksızlıkta bu sanırım. Prenses değiliz ama işte hepimiz bir prens bekliyoruz. Hemde o biçim bir prens yani. Anlayışlı, kıskanç ama çokta fazla değil, bizi üzdüğü zaman evin önünde ağlayacak,…
Bir kahve?
Aşktan söz edelim hadi, uzun zamandır bu konuyu konuşmadık. O en tatlı heyecanlarımızdan, vazgeçmemek adına verdiğimiz savaşlardan konuşalım. ‘Ay ben bu adamı hayatım boyunca tavlayamayacak mıyım yahu!’ döneminin gıcıklığından, ‘Allah belanı versin ömrümü yedin be’ cümlesinin uçurumun kıyısında bizleri beklettiği anlardan konuşalım. Ne çok seviyoruz bir başkasını sevebilmeyi. Yaşımız kaç olursa olsun bu heyecanın içine girmek için fırsat kolluyoruz. Ne var lan bu aşkta dedirtiyor insana dimi. Aslında çok güzel be. Bir kalbin atışını dinlerken onun sana ait olduğunu düşünmeye başlıyorsun. Biliyorsun geçmişinde biri var silemeyeceğin, yada birileri. Var çünkü seninde olmuştu. Ama o an senin, o an sizin. Çocukluklar, şımarmalar, kavga sonrası dayanamayıp kahkaha atmalar hepsi, her an bunun bir parçası. Senin için yaşayan biri var sanıyorsun. Evet sanıyorsun çünkü aşıksın. Gözlerin pembe bulutlardan bir göz bandıyla kapalı. Bir kokuyu, bir teni, bir gülümsemeyi mutluluk sanıyorsun. Biliyorsun aslında sonu var. Kavgalar var ortada, uymadığınız aşikar. Belki kabulleniyorsun bir zaman…
Aşamalı ‘Ayrılık Acısı Atlatma’ Programı
1-KABULLENME SÜRECİ En zor süreç bu olsa gerek. Sevsen de, sevmesen de, birlikteliğiniz uzun olsa da olmasa da herkes yaşadığı ayrılığın ardından bir boşluğa düşer. Çünkü aşk hayatlarımızı sadece duygusal doyuma ulaştırmaz. Hayatımıza birini aldığımızda ona göre, onun yaşam tarzına, bakış açısına göre şekillenmeye başlarız. Başkasının seçimlerine, başkasının olmazsa olmazlarına yer açarız küçücük dünyamızda. Ayrılığın ilk aşaması olan bu kabullenme süreci o insanın hayatımıza ne kattığını daha iyi anlamamız ve analiz etmemiz açısından bir fırsattır aslında. Bittiğini bilen ama kabullenemeyen çoğu çiftin takılıp kalığı bu süreç , o insanla birlikte hayatımıza giren alışkanlıklarımızla savaştığımız ve duygusal olarak çöküş yaşadığımız bir dönemdir. Uyanır uyanmaz telefonda bir mesaj görmezsin mesela, ya da bir yere çıkarken elin telefona gider haber verme ihtiyacı hissedersin. Sonra aslında o insanın artık olmadığı aklına gelir, hüzünlenirsin. Bu sürecin aşkın temeliyle bir alakası yoktur aslında. Bu sürecin sevmekle, duygusal bağla da bir alakası yoktur. Bu süreç tamamen alışkanlıklardan…
SEVEMİYORUM ARTIK
Çığlık çığlığa yazmalı mı ? Yoksa içime atıp susmalı mı ? Hep sevilmemekten yakınan ben bu kez fazla sevilmenin verdiği yorgunlukla sarıldım kalemime. Bir kadın için en güzel şey sevilmek, el üstünde tutulmaktır heralde. Güçlü, akıllı olduğumuzu bile bile korkak numarası yaparız. Sırf o güvenli kollarda sarıp sarmalanıp kendimiz değerli hissetmek için. Ne saçma aslında. Ama maalesef o duygunun yeri başka hiçbirşeyle dolmuyor. Yalnızlığımın başlarında sevilmeyi, ilgiyi özlüyorum sanmıştım. Yanılmışım. Sevmeyi özlüyorum ben aslında. Güvenmeyi, fedakarlık yapmayı, kızdırıp, sinir edip sıkı sıkı sarılmayı. Nasıl yandıysa canım, nasıl korktuysam kalbimi saklamışım ruhumun derinlerine.Ben bile ulaşamıyorum. Sevmeye ihtiyacım var. Yeniden güvenebilmeye, biri uğruna saatlerce gözyaşı dökebilmeye ihtiyacım var. İsterse yansın canım, yansın. Ama birşeyler hissedebileyim yeter ki. Hissizlik kötü, fazlasıyla yorucu. İnsanlar ‘seviyorum’ dedikçe irkiliyorum. Biri ilgi göstermeye başlayınca savaşa hazırlıyorum kendimi. Kendi kendime yetebilmeyi öğrendiğimi sanmıştım bunca zaman. Hiçbir erkeğe boyun eğmeyen başına buyruk kızın doğru olanı yaptığını sanmıştım.Meğer en büyük…
BİR DEVİR BİTTİ
Başkasını eleştirmek, onun hakkında yorum yapmak kolaydır. Zor olan benliğine dönüp kendi ruhundaki eksiklikleri farketmek, onları dile getirebilmektir. İşte ben bu yazımda zoru başarmayı amaçlıyorum ve sonunun nereye varacağını düşünmeden yazmaya başlıyorum. En başından başlamam gerek sanırım. Hayattan ilk tekmeyi yediğim ve artık kendi başıma olduğumu anladığım zamandan.. BİR YANIM ÇOCUK HALA Hayatımın bu evresini sanırım anı defterimin arasında rafa kaldırmışım. Hatırlamak istemediğim zamanlar çünkü çok fazla olay atlattım. İlk kez sorunlarla kendim uğraşmam gerektiğini anladığım ve çuvalladığım dönem.. Önce ilk aşkım dediğim insanın kalbimi kırmasıyla boşluğa düştüm. O yaşarken bitmezmiş gibi gelen duygu yerini hafif bir sancıya, yorgunluğa, kırgınlığa bıraktı. Sonra hayatımın en büyük darbesini yedim, arkadaş kazığı. Yıllarca yanımda taşıdığım, arkadaşlığımız için ailemi bile karşıma aldığım insanın maskesinin ardını gördüm. Ucuzluğunu, yalanları, düştüğü çaresizliğe benide nasıl sürüklemek istediğini.. Arkadaşken farkına varıp gözardı ettiğim ne varsa bir tokat misali yüzüme çarptı ve kesin bi kararla çıkardım o insanı hayatımdan.…
İLK AŞKIM
Aslında nasıl yazacağım, kelimelere nasıl dökeceğim konusunda hiçbir fikrim yok. Yoğun istek üzerine yazıyorum bu yazıyı. Olay ağırlıklı yazmam pek, doğrusunu söylemek gerekirse sevmemde. Düşünce yazılarıdır benim limanım ama bir blog yazarı olarak istisnalara her zaman açığım. Gelelim konumuza, ilk aşkım.. Üzerimde beyaz tişört, altımda okul eteği. Saçlarım topuz. Okulun ilk günü. Olabildiğine gülümsemeye, arkadaş edinmeye odaklamışım kendimi. Dudağımın o günkü ağrısını hala hatırlıyorum. Heyecan, endişe gibi duygularda dudağımı ısırma alışkanlığım var. O gün nasıl kemirdiysem kanamıştı garibim. Sınıfa girdiğim an onu gördüm. Herkes gibi forma giymişti ama yok onda farklı duruyordu sanki. Boyu uzun. Hani sarılsam kalp atışlarını hissedicem öyle bir uzunlukta. Göz göze geldiğimiz ilk an dünya durdu sanki benim için. O gün koymuştum kafaya ‘Bu çocuk benim’ demiştim. Sanmayın ki o zamanlar şimdiki gibi özgüveni fazla, erkek ırkına savaş açmış bir kızım. Uslu, günlüğüyle baş başa, utangaç bir Ece’den bahsediyorum. Şuraya bir parantez açalım bu satırları yazarken gülümsüyorum.…
DUYGULARLA DANS
Sedat Balun der ki ‘Asla bir şairi sevme Seni ‘yazmak’ için terkeder’ Bu satırları ilk okuduğumda üzerine baya düşünmüştüm. Sonra hayatımda belkide hiç yapmamam gereken bir şey yaptım.Bir karar aldım. AŞK’ı yazıcaktım. Ama insan yaşamadığı, bilmediği bir şeyi yazamaz. İşte tamda sırf bu yüzden, sırf ‘yazmak’ için bir insann duygularını kullandım. ‘Ne adilik’ diyenler vardır aranızda eminim. Ama hayatını bir defter sayfasına sığdıran bir kıza güvenmek yapılabilecek en büyük hatadır. Bu satırları yazmak için uzunca bir süre bekledim, gözlemledim. Tam bir yıl.. Bir koca yılımı yazabilmek adına gözlem gözlem yaparak geçirdim. İşte bu yazıda ‘deney’ imin sonuç raporudur. Ve inanın gelmiş geçmiş en acımasız yazım budur. Önce hayalimdeki aşkı planladım. Deneyim için birine ihtiyacım vardı. En zor ve ilk adımda buydu zaten. Şansa bakın ki arayışıma cevap çok kısa bir sürede geldi. Hiç tanımadığım bir insanı hiç bilmediği bir oyunun içine sürükledim. Ve gözlemledim. Önce kendi duygularımı, sonra onun duygularını..…