Bugün 20 Kasım, günlerden Pazartesi. Tarihe ‘Dünya Çocuk Hakları Günü’ olarak kaydettiğimiz ama maalesef ne anlama geldiğini bile hatırlamadığımız önemli günlerden biri.
‘Ayla’ filmini izleyenleriniz olmuştur. Ben filmi iki kez izleme şansına sahip oldum. Tüm koltuklar dolu, herkes salya sümük ağlıyor. Film müziğinin yansıyan sessizliğinde burun çeken insanlarla dolu bir salon. Doğru, film çok etkileyici. İnsanda derin izler bırakıyor. Ama oturup düşününce, dışarda daha büyük izlerle hayatta kalma mücadelesi veren binlerce çocuk varken, bir filme ağlayıp gözyaşı dökmemiz ne kadar samimi, bilemiyorum.
Çocuklar masumiyetin simgesi, bu ülkenin kapısı savaştan kaçan onlarca çocuğa açıldığından beri hangimiz sokakta gördüğümüz çocukların masum olduklarına inanıyoruz ki? Koskoca insanlar, rahatsız oluyoruz onlardan. Çünkü savaş, yaşam koşulları ve beraberinde getirdiği psikolojik rahatsızlıklar onların masumiyetini hayata karşı ayakta durma zorunluluğuna dönüştürmüş. Herkes farklı büyüyor, her çocuk farklı yetişiyor. Maalesef eşitlik çocuklar için küçücük bedenlerinde kavrayamayacakları kadar zor bir kavram.
Bir başkasının elindeki oyuncağa bakmak, onu istemek, arzulamak daha en başından ‘Biz niye alamıyoruz?’ sorusuyla yaşam koşullarını yargılamakla başlıyor aslında koca bir süreç. Kötünün iyisi diyebileceğiniz bir örnek. Elinde flütlerle yola çıkan çocuklar ellerinde bir bardak, alacakları 1 tl’nin peşinde. Vermeyenlere kızgınlar, hayatı anlamadıklarının, gerektiği gibi yaşayamadıklarının maalesef ki farkındalar, yüzlerinden okuyabilirsiniz. Psikolojik olarak saplantılı ebeveynlerin, ruh sağlığı yerinde bir nesil yetiştirmesinin mümkün olmadığı aşikar. Peki o zaman ortada neden bu kadar yorgun, küçük beden var?
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bugünü Twitter’da şöyle özetlemiş ‘Dünyada çocuklara karşı en şefkatli ve en cömert milletin mensupları olmaktan gurur duyuyoruz.’ İlahi Mevlüt Bey, böyle önemli bir günde yapılacak başka şaka mı kalmadı Allah Aşkına? Çocuklara karşı şefkatli bir millet? Biz mi? Durun bunu biraz konuşalım. Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneği’nin 2016 Çocuk İstismarına Yönelik Raporu’na göre son 1 yılda 400 çocuk istismara uğradı. İstismarcıların %66 ‘sı çocuğun çok yakınından, tanıdığı, güvendiği kişiler ve %9’u çocukla aynı evde yaşıyor. İstismar vakaları son 10 yılda 300 bini geçti. Bu sayıları okurken bence biraz olsun içiniz ürpermeli. Adliyelerdeki 4 tecavüz vakasından en az biri çocuklarla ilgili. Raporda özellikle belirtiliyor ‘Avrupa’daki en yüksek çocuk yaşta evlendirilen kız çocukları oranına sahip olan ülke Türkiye olup, dini evliliklerden dolayı bu sayı tam olarak saptanamamaktadır’ diyor. Üstelik raporda örnek gösterilen bir çok vaka var. Örneğin Diyarbakır’da %50 zihinsel engelli bir çocuğa cinsel istismarda bulunan bir taksiciye mahkemenin, ‘erken boşalma’ indirimi uyguladığı hatırlatılıyor. Şimdi oturup bir düşünün lütfen Mevlüt Bey, bu ülkede şefkat ve çocuk kelimeleri aynı cümlede kullanılınca komik durmuyor mu?
Koca bir karanlık var, hiç ulaşılamayan, hiç konuşulmayan. Biz dinine bağlı Türkiye, eşcinselleri, kadın kahkalarını, mecliste birbirini yumruklayan adamları o kadar çok konuştuk ki, asıl uyanmamız gereken bağırıp durdurmamız gereken olaylarda böyle raporlara ağzımız açık kalıp bakıyoruz. Bu ülkede yapılan darbenin sonuçlarını tartışmaktan, diğer ülkelere sataşıp durmaktan, saçma sapan muhabbetleri büyütüp dini kullanıp durmaktan gündemimiz o kadar meşgul ki gözümüzün önünde yitip giden bir nesili göremiyoruz.
Bizi insan yapan değerlerden koptuk. Değişen dünyaya ayak uydurduk, fakat artık ne izletirlerse onu görür olduk. Sayılar sadece birer istatistik, asıl gerçek bu karanlığı aydınlatmayan, halkın kafasını başka basit mevzularla meşgul ederek asıl konuşulması, tartışılması gerekenleri unutturmaya çalışan bir devlet. Ruh sağlığı bozuk bir millet ve ne yaptığını bilmeyen bir devletle daha ne kadar ayakta kalabiliriz bilemiyorum. Üç cocuk yapın yapmasına ama, onları ülkesine, kendine yararlı bir evlat olarak yetiştiremedikten sonra ne çoğalan nüfus bizi kurtaracak ne de sığındığımız inançlarımız. Çünkü, hiçbir şeyi doğru yapmadık. İnandığımız hiçbir şey uğruna savaşmadık. Bugün, inancına sahip çıkmak adına şort giyen kadınları döven bu zihniyet gerçekten dinin yarattığı, emrettiği insan profilinde olsaydı bu dünya insanlar içinde çocuklar içinde daha yaşanılır bir yer olacaktı.
Ben genelde son cümlelerimi çözüm önerilerine ayırırım. Ama bu gidişatın bir çözümü var mı inanın bilmiyorum. Tek bildiğim sapkınlıklar baskıdan doğar. İnsan olarak üzerimize düşen sorumlulukların ağır gelmeye başladığı noktada, toplumun düşünceleriyle oluşturduğu sert duvarlara çarpmaya başlar. Bugün ülkemizde istismara uğrayan herkesin, karşısında bulunan bu sapkın karakterlere sahip psikopatlar, yetiştirildeki toplumun karanlık taraflarını yansıtırlar. Görmezden geldiğimiz ne kadar kötülük varsa o insanların suratlarında bulabilirsiniz. Onlar bizim sessiz kalışlarımızın aynası ve biz aynı şekilde devam etmeye çalıştıkça, asla masum bir çocukluk yaşatamayacağız onlara. O yüzden lütfen uyanın, öldürdüğümüz masumiyet gelecek için kaybolan bir ışık demek.
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Gününüz kutlu olsun diyemeyeceğim, sadece böyle bir toplumla yaşamınızın en masum zamanınızda yüzleşmek zorunda kaldığınız için kendi adıma hepinizden özür dilerim.