#HepimizGezideydik

Baktın bu başlığa. Belki Facebook’ta paylaştığım gönderiye, belki instagram profilimdeki linke, belki de attığım tweete tıkladın. İşte buradasın. Sessiz, konuşulmayan, suçlanan, yargılanan hatta belki evinde oturmuş çayını yudumlarken ‘vatan haini’ damgasına maruz bırakılmış olmanı sağlayan bu başlığın altında. Şimdi sen bu başlıkla bu yazıya bakınca alçak, çapulcu ve vatan haini olarak canlandırdıysan beni gözünde lütfen okuma. Çünkü senin etiketlerin benim ise fikirlerim olduğu sürece biz bu cümlelerden taşarız, birbirimizi kırarız .Ya da gözünde bir anda devrimci, direnişçi ve cesaretli olduysam sen yine yazdıklarımı okuma. Çünkü nasıl yorumladığımı bilmeden, içeriğimi görmeden bir isim, bir paragrafla, Gezi hakkında fikirlerim konusunda yargıların oluştuysa bizim paylaşacaklarımız yine sorun teşkil edecektir. Bil ki etiketin iyisi ya da kötüsü yoktur, inan bana. Ama sen bu başlığa bakınca ‘Acaba bu konu hakkında ne düşünüyor?’ dediysen ve belkide, bildiklerinin ışığında benim gözümden de görmek istediysen devam et. Çünkü bu yazı tamda sana, seninle paylaşmak istediğim fikirlerim adına yazıldı.
#HepimizGezideydik Twitter’da Türkiye Gündemine giren bir hashtag aslında. Yani tweetlerce tartışmaya açılmış, fikirler paylaşılsın diye oluşturulmuş, Türkiye gündeminde fazlaca konuşulmuş bir konu başlığı. Kaç sene oldu sahi? Hatırla. Sokaklardan gelen sesleri, korkuyu, umudu, ‘ne olacak şimdi?’ sorgusunu,  haberlerin karşısında bülteni günlerce meşgul eden o konuyu. Gezi Parkı. 

Gezi Parkı Eylemleri / Ne olmuştu sahi?

Tarih 27 Mayıs 2013’ü gösterirken ‘Taksim Yayalaştırma Projesi’ kapsamında Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesi üzerine bir protesto başladı. Ne bir parti çatısı altında, ne de planlanmış bir eylem hazırlığında olmayan insanlar sosyal medya üzerinden paylaştıkları fikirlerle o gece toplanmaya başladı. 28 Mayıs’ta insanların tepkisi yıkım çalışmalarını durdurdu. Sembollerden biri olan ‘Kırmızılı Kadın’ o gün çekildi. 29 Mayıs’ta Zabıta ve Polis müdahaleleri devam etti. Eylemin durdurulması için yapılan müdahalelerde eylemcilerin Gezi Parkı’nda nöbet tutmak için kurduğu çadırlar yakıldı. Sinirler gerilmeye başlamıştı. Açıklamalardan biri üçüncü köprünün temel atma töreninde Erdoğan tarafından geldi. ‘Ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik’ dedi. Tarih 30 Mayıs’ı gösterirken sabah 5.00’da müdahaleler devam etti. Tek istenilen eylemin bitmesi, oranın terk edilmesiydi. Ama kimse gitmedi, eylemciler nöbet tutmaya devam etti. 31 Mayıs’ta her yerde tek konu Gezi Parkı olmaya başlamıştı. Hükümete yakın kişilerce eleştiriler o zaman başladı. Çadırların yakılmasının Fetullah Gülen Cemaatinin bir provakasyonu olduğu söylemler hızla yayıldı. Medyada anlatılanlar başkaydı. Onlara göre polis eylemcilere zarar verecek hiçbir şey yapmamıştı. Sosyal medyada yayılan fotoğraflarda ise her şey açıktı. İlk kez o zaman net bir biçimde anlaşıldı. Olayları medya’dan dinlemek büyük yanlıştı, çünkü anlattıklarıyla sosyal medyada vatandaşlar tarafından paylaşılan görüntüler birbirlerinden çok farklıydı. Asıl korku o zaman başladı. İstanbul’da Taksim’e ulaşımı sağlayan tüm toplu taşıma araçları durduruldu. Kalabalık ulaşımın engellenmesine rağmen büyüdü. Polisin müdahalesinin şiddeti artmaya devam ederken çeşitli illerde protestolar çoktan başlamıştı. İnsanlar sokaklara çıktı, pencerelerde tencere ve tavalarla eyleme eşlik eden vatandaşlar, yürüyüşlerde sloganlarla Gezi Parkı’nda eylem yapanlara destek verildi. Eylemin boyutu İstanbul’u aşarak Anadolu’ya yayılmaya başladı. Polislerin müdahalesi şiddetini arttırınca sosyal medyadan görüntüler yayınlanmaya devam etti. Katılın çağrıları başladı ve Türkiye’nin dört bir yanında bu çağrıya destek veren insanlar Gezi Parkı adına sokaklara çıktı. Eylemciler ve beraberinde toplanan kalabalık kızgındı. Medya, gerçek görüntüleri yayınlamamıştı. Basın kuruluşlarının canlı yayın araçlarına saldırıldı, çevre zarar görmeye başladı. Eylemlerin ortasında sanatçılar şarkılarla destek oldu, müzik dinletileri yapıldı, polislerin önünde kitap okuyan gençlerin görüntüleri ve güce fikirle karşılık verme eylemleri sosyal medyada paylaşım rekorları kırdı. Tarih 2 Haziran’dı. Gezi’nin fikirlerine hakaret söylemi içeren ve ateşi körükleyen sloganlaşacak o kelime bu tarihte geldi. Erdoğan Gezi Parkı eylemcilerine ‘çapulcu’ dedi. Ali İsmail Kormaz aralarında sivil polisin de bulunduğu kişiler tarafından dövüldü. 38 gün sonra hayatını kaybetti. 3 Haziran’da ilk can kaybı geldi. Bir araç TEM otoyolunu kapatan eylemcilerin üzerine sürdü 19 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş ve Antakya’da polisin attığı gaz fişeğiyle vurulan 22 yaşındaki Abdullah Cömert hayatını kaybetti. Ve belkide Türkiye’nin tarihinde Gezi Parkı’nın hiç yaşanmamış gibi sessizce gömülmesinin sağlanmaya çalışılmasının sebebi olan cümle yine Erdoğan’dan geldi. ‘Bizim de evlerinde tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50′ si var’ dedi. Artık Gezi Parkı bir simgeydi. Sosyal medya ‘biz de bu ülkede varız’ diyen insanların çağrılarıyla inledi. Orantısız güç karşısında eylemcilerin çabası direnişe yeni bir bakış açısı getirdi. Müdahalelerde çevik kuvvet ekibi kasklarındaki sicil numaralarını gizledi. Halk kendi polisiyle karşı karşıya geldi. 5 Haziran’da düşünce özgürlüğüne kısıtlamalar başladı. Medyanın aksine olduğu gibi her şeyi sosyal medyadan paylaşan ve Gezi Parkı eylemlerine destek veren yüzlerce kişi ‘sosyal medya paylaşımları’ yüzünden tutuklandı.  6 Haziran’da hayatını kaybedenler için anma köşesi oluşturuldu. Ve Gezi’nin bir fikir sembolü olduğunu belirtmek için eylemcilerden yeni bir adım geldi. ‘Gezi Kütüphanesi’ kuruldu. 7 Haziran’da tüm medya Erdoğan’ın konuşmalarını tek elden aynı başlıkla yayınladı. Ne yazık, yandaşlık hiç bu kadar göze batmamıştı. Medyanın taraf tutuşuna karşılık sosyal medyada paylaşımlar arttı. Selahattin Demirtaş tarafından iletilen Öcalan‘ın açıklamasıyla gezi direnişi saptırılmaya başladı. Geziciler için kullanılan vatan haini söylemleri artmaya başladı. Açıklamalar ard ardına sosyal medyadan yapıldı. Amacının dışına çıkarılmaya çalışılan Gezi Parkı eylemlerinin bağımsız olduğu savunulmaya çalışıldı. Ne yazık ki fırsatçılık yaparak direnişi kötüye kullanan kesimlerin açıklamaları, karşı görüşteki herkes için bir silahtı. 8 Haziran’da Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftarları kol kola Taksim Meydanı’na yürüdü. Bu bir grup değil bir fikir altında yapılan direniş için atılan tüm iftiralara bir cevaptı. Medya durmadı. Akşam haberlerinde Gezi Parkı eylemlerini hükümete karşı yapılan sivil bir darbe olarak yayınladı. Herkes kızgındı. 9 Haziran’da düzenlenen mitinge yüzbinlerce kişi katıldı, bu gezinin en kalabalık toplantısıydı. Aynı gün Başbakan Erdoğan Adana ve Mersin’de mitigler düzenledi kendisini destekleyenlere konuşmalar yaptı. İddiasıyla bir çok vatandaş ayaklandı. Erdoğan ‘Dolmabahçe Bezm-i alem Camisine sığınanların içki içtikleri’ iddiasını ortaya attı. Cami imamı bu iddiayı yalanlayınca görevden alındı. 11 Haziran’da polisin sert müdahaleleri yurt dışı medyasında canlı yayınlandı. Gezi Parkı’nın ‘dış güçlerin oyunu’ olduğu iddiaları bu tarihte ortaya atıldı. 12 Haziran’da eylemcilerden 11 kişilik bir grup Başbakan Erdoğan ile görüşme yaptı. 4,5 saatlik görüşme sonrasında yapılan açıklamalarda anlaşmaya varılamadığı anlaşıldı. 15 Haziran’da Toma ve Çevik kuvvetin sert müdahaleleri sonucunda Gezi Parkı boşaltıldı. 16 Haziran’da Gezi Parkı’nın boşaltılmasına tepki gösterenler ülkenin belirli noktalarında eylemler yaptı. 14 yaşındaki Berkin Elvan, polis tarafından sıkılan gaz fişeğiyle kafasından ağır yaralandı. 9 ay komada kaldıktan sonra Mart 2014’te yaşamını yitirdi. 20 gün süren eylemlerden sonra park bir kaç hafta kapalı kaldı. Biri polis 8 kişi yaşamını yitirdi. Toplam 10 bine yakın kişi yaralandı. Yüzlerce kişi tutuklandı, onlarca kişi adına dava açıldı. Gezi Parkı ülkenin tarihine damga vuran olaylar arasında yerini aldı.

‘Buradayız’ diyebilmek için #HepimizGezideydik !

Evet, #hepimizgezideydik . Düşünce özgürlüğümüzü savunmak için. Medyanın yandaşlığına tepki oluşturmak için. Eğer istersek kararlarda söz hakkı alabileceğimizi kanıtlamak için. Seni, beni, bizi ayrıştırdıklarını göstermek, farklı görüşlerden, farklı şehirlerden de olsak, farklı takımları da tutsak ‘Buradayız’ diyebilmek için #hepimizgezideydik . Sen de oradaydın, sosyal medyada istediğini yazabilmen için seni savunduk. Oradaydın, fikirlerimizi söylememizi engellemesinler diye konuştuk.

Hatırla, balkondan yürüyüş yapanlara bakanları, polisin orantısız güç kullanarak yaraladığı vatandaşları, ‘çapulcu’ kelimesine karşı gelerek meydanlarda sloganlar atan o insanları. Konu başta gerçekten ağaçlardı. Parkı koruyup, nöbet tutmaktı. Bu yazıyı okuyorsun, senin de kendi fikirlerin var. Sen söyle, iddia ettikleri gibi her şey planlı bir sivil savaş mıydı? Darbe yapmak için mi onlarca genç Gezi Parkı’nda toplanmıştı? Sırf bir görüşü benimsemiyor diye, üniversiteden arkadaşlarıyla eylemlere giden çocuk ‘vatan haini’ etiketini haketti mi sahiden? Apartmanda selamlaştığın üst komşun, elinde tencere ve tavalarla eyleme destek verdi diye Fetö’cü müydü gerçekten? En yakın arkadaşın yürüyüşe katıldı diye dövülmeyi haketti mi cidden? Sosyal medyada fikrini belirten onlarca insan apar topar tutuklanmalı mıydı sahiden?

Bugün bu blogta değilde ana medyada bir gazetede yazıyor olsaydım, işlerini geri kazanmak için eylem yapan taşeron işçilerini hükümetin kararına karşı geldikleri için ‘vatan haini’ olarak cümlelerimle yargılasaydım, haklı mıydım? Fikirleri savaş veren insanların arasından yanlış hamleler yapanlar çıktı diye herkese hakaretler yağdırsaydım, sence ben vicdanlı bir insan mıydım? Kabullenemediğimiz aşikar. Başka görüşleri hazmedemiyoruz. Bizden olmayanı, bizim gibi düşünmeyeni yadırgıyor ve sanki haddimizmiş gibi yargılıyoruz. Ben bugün, demokrasi ülkesi olduğu her seferinde dile getirilen Türkiye’de ‘Sosyal Medya’nın Toplumsal Olaylar Üzerindeki Etkisi : Gezi Parkı Olayları’ konulu bir tez yazamıyorsam, bu yazıdaki fikirlerim yüzünden 22 yaşında iki üniversite okuyup kitaplar arasına gömülürken, araştırıp öğrenirken, sırf, senin düşündüğün gibi düşünmüyorum diye ‘vatan haini’ oluyorsam yazık size. Zaten ne yapsam nafile. Evet. Keşke halk kendi polisiyle hiç karşı karşıya gelmeseydi, keşke hiç çevre ve esnaf zarar görmeseydi. Keşke kimse ölmeseydi, insanlar yaralanıp yaşam standartları düşmeseydi. Ama keşke bu eylemler hiç olmasaydı demeyeceğim. Her yıl 15 Temmuz Darbesi’ni gözümüze sokarlarken, sen, sadece başka bir bakış açısıyla bakıyorum diye bana ne Fetöcü ne de vatan haini yakıştırması yapamazsın. Ben, Gezi Parkı eylemlerindeki fikirlerin temeline inanırken sen, sadece yaradan ve benim aramda olan bir inanışa laf atarak beni ‘inanmıyor’ kategorisine sokamazsın. Sen, beni ne seçimlerim yüzünden, ne de inançlarım yüzünden yargılayamazsın. Ben, bir siyasi partiye oy vermiyorum diye dinsiz miyim gerçekten? Sen siyasete dini alet ederken, ben inancımı sadece Allah’la aramda yaşıyorum, dualarımı, ibadetimi yalnızca ona gösteriyorum diye kafir miyim sahiden? Eğer özgürlükler üzerinde bu kadar baskı kurulmasaydı, eğer herkesin düşüncesine saygı duyulsaydı insanlar ‘Biz de buradayız’ demek için eylemlere ihtiyaç duymazdı. Bıraksaydınız da düşünseydik keşke, anlatsaydık, söyleseydik. O akıl, o irade sana kendi seçimlerini yapabil diye verilmişken önce dinini, sonra siyasetini başkasının söylediklerine göre yönlendirirsen, kutsal kitabını açıp bakmak yerine iki üç tane cübbe takan adamın söylediklerini kural bilirsen sana neyi verirlerse onu alırsın. Ne görmeni isterlerse onu görür, ne yapmanı isterlerse onu yaparsın. Eğer bilmezsen, duyduğunu bildim sanar, bildiğini aklına doğru yazarsın. Önce vicdanına sonra kalbine kilit vurmalarına sessiz kalırsın.

Sen, apartman yöneticisi Mehmet Amca, erkek arkadaşımla el ele tutuşuyorum diye namusum elden gitmedi, merak etme. Sen, bakkal Tufan Abi, eteğimin boyu dizimin üzerinde diye ‘tövbe tövbe’ demene hiç gerek yok, endişelenme. Sen, komşu Emine Teyze, arkadaşlarımla haftada bir akşam dışarı çıkıp bira içiyorum diye dinsiz değilim, hiç endişelenme. İnanç benim, hesabını verecek olan ruh benim, ne olur daha fazla ağrımasın boynun o pencereden bana bakarken. Sen, siyasi görüşü benden farklı canım arkadaşım, başımda örtü yok diye aramıza dağlar girmedi, inan. Bir kitapta, bir sohbette en olmadı bir fincan kahvede paylaşacak bir sürü şey bulabiliriz. Sen, sınıf arkadaşım, insanı Türk olduğu için değil, insan olduğu için sevmeyi öğrendim diye milliyetçilik yokuş aşağıya kaybolup gitmedi hala burada, ne olur endişelenme. Ya da sen sevgili köşe yazarı, Atatürk’ün fikirlerine derin bağlılık duyuyor ve onu sonsuz bir saygı ve minnetle anıyorum diye heykele tapan putperestin teki de değilim, merak etme. Sen Diyanet İşleri Başkanı, duaları ezberlediğimde küçücük bir çocuktum, peygamberimizin hayatını öğrendiğimde ellerimi kaldırıp dua etmek ne demek çok iyi biliyordum, merak etme. Hala bir ambulans geçerken ‘Allah şifa versin’ demeyi, yardıma ihtiyacı olan birini gördüğümde yardım etmeyi, ve insanlara baktığımda umut görmeyi ihmal etmiyorum, bunları düşünme. Bir partiye oy veriyorum diye eleştiri yeteneğimi toprağa gömmedim, profil resmimde bayrak yok diye şehit haberlerine sırtımı dönmedim, ‘Kara çarşaflı herkes ölsün’ zihniyetinde bir psikopat zaten hiç değilim endişelenme. Ben sadece okumayı, öğrenmeyi, düşünmeyi, özgürlüğü seçtim. Hata varsa zaten benim, sen sadece yargılarını geri çek, bu akıl, bu fikir, bu beden benim. Yani işin özü, ben Gezi Parkı eylemlerini bu bakış açısıyla yorumluyorum diye, sırf ideolojim nedeniyle devletin baskı araçlarıyla karşı karşıya gelmenin, fikirler hükümete yakınsa doğru, din sadece bir siyasi partiye oy verirsen var kalıplarını reddedip varlığıma anlam kazandırmaya çalışıyorum diye vatan haini değilim. Ama sen, beni doğduğum topraklarda fikirlerim yüzünden dışladığın, kısıtladığın, yargıladığın için hadsizsin.

‘Ben burdayım’ diyenlerin direnişi oldu diye, iki üç iftirayla dışladığınız, vatanını sevmediğini iddia ettiğiniz, hatta şiddetinizle düşüncelerini kilitlediğiniz herkese muhtaçsınız. Çünkü sevseniz de, sevmeseniz de, beğenseniz de, beğenmeseniz de, bu topraklarda, özgürce, fikirlerimizi bağırarak söylemeye devam edeceğiz. Sen, o yargıların, çıkarlarına alet ederek kullandığın, kendine savunma mekanizması yaptığın ve sadece seninle aynı yolda yürüyenlere inanma hakkı tanıdığın dininin emirlerine dönüp bakacaksın. Çünkü İslamiyet, saygı, sevgi ve hoşgörü üzerine kurulmuş, kuralları doğrultusunda insanlara bireysel olarak inancı ve kutsal arınmayı hediye eden bir inançtır. Ve senin sandığının aksine, saygı her ideolojinin çıkış noktasıdır. 

İnanın benim gözümde ne dış güçlere ne de siyasi eylemlere ihtiyaç yok. Çünkü biz birbirimize bu kadar tahammülsüz adımlar atarken, birbirimizi seçimler yaparak kutuplaşmaya iterken insanlığımızı göz ardı ederek kendi kendimizi yok ediyoruz. Propagandalar arasında, liderlerin arkasında yer almak zorunda hissediyoruz, hissettiriyoruz. Sanıyoruz ki tepki göstermek, ‘hayır bu yanlış, ben böyle düşünmüyorum’ demek vatanını sevmemeye eş değer. Sanıyoruz ki vatan sevgisi, sadece bizde var. Geriye kalan herkes ya bir cemaatten, ya bir provakatörün birliğinden, ya da bizi bölmek için dört gözle bekleyen bir kesimden. Kendi içimizde, farklı görüşlerle çatışmaya o kadar kaptırdık ki kendimizi, tahammülsüzlüğümüz birbirimizin fikirlerini yutacak ve amacı yalnızca kişisel çıkarlarını korumak olan bir avuç insana tüm özgürlüklerimiz altın tepside sunulacak.

Şimdi sen söyle, ben Gezi Parkı’nda yapılan eylemlere destek verdim diye, sen siyasi partinin yaptığı mitinglerde yer aldın diye birbirimize nefretle bakarsak, ‘biz’ olmamız gereken yerde hangimiz bir diğerine elini uzatacak?

 

Yorum Yazın

Navigate
Verified by MonsterInsights