Modern dramın kurucusu, ünlü İngiliz sahne şairi William Shakespeare.
Bu ismi duyduğunuzda muhtemelen gözünüzün önünde gelmiş geçmiş en büyük tiyatro yazarlarından biri canlanacaktır. Ancak ne yazık ki dünya nüfusunun yarısı gibi bu yazıyı okuyan okuyucularımın da İngilizlerin tanrıçalaştırdığı bu adamın hayat hikayesinden haberleri yok. Çoğu insana göre William ‘Romeo ve Juliet’, ‘Othello’, ‘Macbeth’ gibi şaheserlerin arkasında duran bir isimden ibaret.
İngiliz Edebiyatına tutkuyla bağlı olduğum, hatta onun en güzel oyunlarında biri olan Othello’nun eşsiz karakteri Desdemona’yı canlandıracağım şu sıralar beni Rönesans sanatçıları arasında yer almış, bir çağın değil bütün çağların adamı olan Shakespeare’i ve hakkındaki skandalları araştırmaya itti. Bu yazımda uzun ve yorucu bir araştırmanın sonuç raporudur.
Eserlerin gerçekten Shakespeare’e ait olup olmadığı yüzyıllardır tartışma konusu. Hayatı hakkında yazılı, sağlam kaynaklara dayanan pek bir bilgi olmayışı, hele eserlerini sağlığında tam olarak yayınlamamış bulunması, kesin yazılış tarihlerinin bilinemeyişi gibi birçok aksaklık, bu belirsiz durumu yaratmıştır. Bu konu üzerine araştırma yapmış birçok profesöre göre eserler Elizabeth devrinin ünlü fikir adamı Francis Bacon yada başka bir asilzadeye ait. Birçok araştırmacı yazdığı tezler ve kanıtlarıyla gerçeği gün yüzüne çıkartmaya çalışmış olsa bile halk tarafından ‘ünlü tiyatro yazarının adını karalamaya çalışan’ biri olmaktan öteye geçememiştir.
Bu konuda fikir yürütmüş insanların uzlaştıkları tek noktaysa 1550 sularında Stradford’da doğmuş, kasabanın ilkokulunu bile tamamlayamamış, oyunların geçtiği Güney Avrupa özellikle de İtalya’ya hiç gitmemiş bir insanın İngiliz Edebiyatında yeni bir dönem başlatacak eserleri yazmasının mümkün olmadığıdır.
Philip Henslowe’un Rose Tiyatrosu gerçeği ortaya çıkarmak için çabalamışsa da skandal yaratmak için uydurulmuş iftiralar etiketiyle damgalanıp döneminde çok fazla taşlanmaya maruz kalmıştır. Hatta Shakespeare hayranları Globe Tiyatrosu çıkışı karşı tarafa Romeo ve Juliet’in ‘Şu gülün adı değişse bile, kokmaz mı aynı güzellikte?’ dizeleriyle karşılık verip, açıkça dalga geçtiklerini gözler önüne sermişlerdir.
Dönemin önemli isimlerinden Robert Greene eserlerinde William için sahne sarsan anlamına gelen shake-scene lakabını kullanmıştır. Greene göre 35 oyuna sahip Shakespeare çocuklarını eğitme zahmetine bile katlanmayan adi adamın tekidir. Üstelik birde dalga geçer gibi Fırtına eserinin baş kahramanı Prospero’yu bütün engellere rağmen kızını okutan bir kişilikle süslemiştir. Dönemin usta şairi Mark Twain William hakkında şu sözleri sarf etmiştir;
”Birçok şair fakirlik içinde öldü ama tarihte onun kadar fakir ölen başka kimse yoktur”
Yaptığım araştırmalarda ve beni bu araştırmalara iten ‘The Shakespeare Cronicles’ kitabında da savunulduğu gibi eserlerin gerçek sahibi Christopher Marlowe’dur. Yüzyılların tabusunu yıkmak ve gerçeğin peşine düşmek isteyenlerin yoğun araştırma sonucu ulaştığı bu isim kurguladığı yalancı ölümünün ardından gönderildiği sürgünde eserlerini yazmaya devam etmiş ancak kendi ismiyle yayınlayamadığından William Shakespeare’nin eserlerini çalıp, adını markalaştırma çabasına göz yummuştur. Bizim aslında olmadığı bir şey sanılarak yükselen zeki adamımız William ilk eserinin Venüs ve Adonis olduğunu onlarca kez dile getirmiştir. Ancak üç oyununu da 1623 yılında (VI. Henry) bu şiirden önce sahneletmiştir. Hatta çıkan tartışmalar üzerine oyunların kendisine ait olduğunu sert bir dille belirtmiştir.
İşin garip yanıysa ilk eserin ithaf cümlelerinin arasında latince bir özdeyiş bulunması. Bu özdeyiş Ovid’in Aşk Sanatı’ndan.Gelin görün ki bu eser Marlowe tarafından hala Combridge’de öğrenci olduğu sıralarda Latinceden çevrilmiştir. Anlaşılan o ki sürgünde olan şairimiz Marlowe, edebiyatla uzaktan yakından alakası olmayan Shakespeare’le dalga geçmiş ve William bilmeden gerçek yazarın ismini vererek kendini açıkça komik duruma düşürmüştür.
Ve daha komik olansa The Tempest (Fırtına) adlı eserinde ‘Kitaplarım bana yetecek büyük bir krallıktır’ diyen bir yazarın geride hiç kitap bırakmamış olmasıdır.
Daha başka kanıt ve belgelerle ortaya konulan gerçek, artık bir markaya dönüşmüş turizm sektörünün temel taşı olan bu ismi yıkmaya yetmemiştir.
Sadece bir isimden ibaret olan yalancı şairimizse hayatında bir kez tek bir şiir yazmıştır. Bu sanat eserinin mezarının üzerine yazılmasını emretmiştir.
Söylentiye göre bu emri verdikten kısa bir süre sonra sarhoşluk yüzünden hastalanmış ve çok geçmeden yine bir 23 Nisan günü 52 yaşında ölmüştür. Ardından hiçbir ağıt yazılmayan şairimizin son isteği yerine getirilmiş ve
”Kadim dost İsa aşkına
Dağıtma bu mezarın tozunu
Bu mezar taşını koruyanı Tanrı korusun,
Ve kemiklerimi yerinden oynatana lanet olsun” dizeleri mezarıyla buluşmuştur.
Othello’yu ve Macbeth’i yazan adamın son sözleri bu muydu diye sormak elde değil doğrusu.
Araştırma sonunda şaşkınlığım ve hayal kırıklığımı atlatmak için kendimi şu sözlerle avuttum;
Shakespeare yada değil. Sonuçta o şaheserleri yazabilecek kadar özel bir adam yaşadı. Ve nesiller boyunca okunmaya doyulamayacak eserler bıraktı.
Kanıtların hiçbiri kesin olarak kabul görmemiş olsada bu şüpheler okuyanların kanına bir zehir gibi yerleşti. Ve son olarak;
Doğrusunu isterseniz panzehir falan yok.
Romeo’nun içebilmiş olduğu uyarlamanın aksine..
*Biyografik yetersizlikler göz önüne alındığında Şeytan ve Shakespeare’nin birbirine bu kadar çok benziyor oluşu ne kadar garip ve ilginç bir tesadüftür. Onlar harikadır, eşsizdir, bağımsızdır. Tarihte onlar gibisine rastlanmamıştır. Romantizimde hatta öğretilerde bile kimse onların eline su dökemez. Ne kadar önemli bir konumları vardır ve bu iki büyük bilinmeyen, iki ünlü varsayım ne kadar üstün, ne kadar sınırları aşan ve yerlere göklere sığmayan bir azamate sahiptir. Onlar bu gezegendeki gelmiş geçmiş en iyi bilinen bilinmeyenlerdir.*
-Mark Twain