Tarihte bugün, Nazım Hikmet Ran vatan hainliğinden tutuklandı. Yıllar geçti, değişen bir şey yok. Bugün yine sosyal medya elimizde, gazeteler evimizin bir köşesinde ‘Tutuklandık’ diye haykıran gazetecilerin kalemlerinden dökülen kelimelerde özgürlüğümüzün nasıl boğulduğunu okuyoruz. Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasının ardından ülkenin sürüklendiği kaosda gazetecilik okuyan bir öğrenci olarak nefes alamaz olduğumu hissettim. Bugün kızdık, çok kızdık. Canımız yandı, bağırdık.
Basın özgürdür, sansürlenemez diyen Anayasa’nın ne derece üstün olduğunu kendi gözlerimizle gördük.Bir tarafta televizyondan ülkesinin gazetecisine tehtidler savuran bir cumhurbaşkanı, diğer tarafta işini yaptığı için tutuklanan bir gazeteci. Acelece karalanmış satırlarda ‘Çok iyiyim. Çok güçlü hissediyorum kendimi. Çünkü her zaman yaptığım işi yaptım. Bilgisayarın karşısına geçtim, haberi yazdım, manşet oldu. Şimdi bu nedenle ağır suçlamalarla tutukluyum.’ diyor. Ne acı, sadece işini yapanlar özgürlüğün ardından koşan gazeteciler, avukatlar, bürokratlar parmaklıklar ardında bu ülkede. Zincirlenmiş, satın alınmış kalemler doğru sayılıyor.
Tutuklanma olayının ardından -ki bizim için yeni bir şey değil- ‘Şarkı bilmez, türkü bilmez, şiir bilmez, sevmeyi bilmez, laftan sözden anlamaz kimselerin adaletine kaldık, ona yanarım’ diyor Levent Üzümcü. Haber kuşağında dolaşıyorsun, her köşede Can Dündarın eşi sessizce haykırıyor. ‘Bu Can’a takılmış bir şeref madalyasıdır.‘
Eşi görülmemiş bir dönem. Uyuyan bir ülke, ‘siyaset’ adı altında ihanetten duvar örmüş şahsiyetler. Satırlar ‘Susmamak gerek’ ile başlıyor. Özgürlükten bahsedilen bir ülkede susmak nasıl aynı cümlede bir eylemsi olabiliyor hala anlamış değilim.‘Ölümden ötesi yok zaten. İdeallerimi yitirmektense, ölmeyi tercih ederim’ cümleleri dökülüyor kağıtlara, hiç olmayacak bir yerden ulaşıyor elimize mektuplar. Parmaklıkların ardırdan. Galiba saklamak lazım bu ülkede. Evlerdeki o cam kutunun ardından halkı kandırmak, susturmak lazım.
Daha yeni adım atmıştık, yeni baş koymuştuk oysa bu yola. Daha birinci sınıftaydık, onca olaya rağmen hala umutla yaklaştık. Belki dedik. Belki biz özgürce yazabiliriz. Taraf tutmadan, kalemimize zincir vurulur mu diye korkmadan. Şimdi elimiz kolumuz bağlı sanki öylece okuyoruz. Yazmamız gerekirken, öylece susuyoruz. Merak ediyorum İletişim fakültesindeki hocalarımız ne söyleyecekler, ne öğreticekler? Yazın diyecekler muhtemelen, çünkü ilk öğütleri buydu. İnanıcak mıyız, sanmıyorum. İsmail Küçükkaya’nın da dediği gibi aslında ‘Bazı insanları başka sıfatlarla tanımlayamazsınız. Ülke sevgileri ve memleket özlemleri meslek tutkularıyla harmanlanmıştır. Ruhları gazetecidir’
Seçtiğim meslekten dolayı asla başımı önüme eğmeyeceğim. Attığım manşetten ötürü asla yüzümü düşürmeyeceğim. Suçu işleyenin değil yazanın tutuklandığı bir ülkede her yeni gün gelen nesil için özgürlüğün sönen ışığıdır.
Kaleme zincir vurulamaz. O kanlı ellerle kapattığınız ağızlar konuşamasada, kalemler susturulamaz! Ha bir eksik, ha bir fazla. Dağa taşa yazsalar biz yine okuruz. Varsın demir parmaklıklar ardında sarılalım kalemimize. Yeter ki mesleğimizden, uğruna kelime hazinemizi tükettiğimiz ülkemizden utanmayalım.
Bu yeni hal, bitmez mücadelenin bir cephesi. Bugün kalemlere zincir vuranlar, yarın günahlarıyla birlikte fikirlerimizin gölgesinde boğulacaklar! Sessiz çığlıklar mı? Asla! Biz avazımız çıktığımız kadar bağırdık bu ülkede. Ama sağır bir halka onca çığlık sanıyorum ki fazlasıyla boşa..
Birer ikişer tükeniyoruz bu yolda. Çok değil sadece dört yıl sonra bir gazetenin yeni gün kokan sayfalarında kaleme aldığımız bir haber aracılığıyla, haksız bir suçlamayla kendimi o parmaklıklar ardında bulabilirim. Korkuyor muyum? Asla. Hiçbir kötülük cezasız kalmaz. Türkiyenin sözde adaleti tatmin etmesede düşünceleri yaradanın adaleti var. Gün gelicek devran dönücek. Susturdukları ne kadar düşünce varsa tüm pislikleri yeryüzünden silecek.
Can Dündar ve Erdem Gül yalnız değildir
Son olarak onların satırlarına karşılık kurabileceğim tek cümlem var.
Biz ülkenin yeni dönem gazetecileri. Henüz konuşmayan, adını duyurmayan, ufak kağıtlarda milyonları etkileyecek düşüncelerini saklı tutan.
Bugün aklımızda tek soru var.
‘Silivride bizede yer var mı?’