İnsan yaşadığı yerden nefret etmemeli aslında. Sorun yaşadığımız bölgede değil iç içe olduğumuz insanlarda sanırım. Hataları yok saymayı bilmeyen, affedemeyen bir toplumda her yeni gün bir savaşın içine bırakıveriyoruz kendimizi. Çok korktum ilk başlarda, inanın çok korktum. Güvenebileceğiniz kimseniz yok çünkü yanınızda. Toplumla olan bu savaşta, insanlara karşı katıldığınız bu cephede tek başınasınız. ‘Güçlü değilim’ sandım her defasında. İnsanlarla savaşamadığım için zayıf hissettim, zayıf hissettirdiler. Nefret ettim yaşadığım yerden, inanın nefret ettim. Üniversite dedim hep, sabret Ece. Gidiceksin, biticek. Ama kendimi kandırıyorum. Gerçekten bile bile isteyerek kandırıyorum kendimi. Bitmeyecek. Ben değişmedikten sonra, şehir değişmiş, isimler, insanlar yenilenmiş ne farkeder? Sorunun kaynağını buldum, benim. Sığamadım ben buraya. Herkes aynıydı, herkes yapması gerekeni yapıp bırakanlardandı. Fazlasını yapana yanlışların arasında boğuluyor muamelesi yapanlardandı. Kabul etmedi bu şehir beni. Daha en başında, ilk adım attığımda anlamıştım. Küçücük bir kız çocuğu düşünün arkadaşlarıyla sokakta oynayan. Giydiği elbise yüzünden evcilik oyununun dışında kalan. Topluma ayak uydurmak…
Ay çok güzel bir şey oldu!
Şimdi ben ilk yazımı yayınladım, gazete elden ele dolaştı falan. Tabi görmeniz lazım bende bir mutluluk, bir hava. ‘Ciddi ciddi yazıyorum hahayt be’ diye geçinip gidiyorum. Ama bir baktım ben serbest yazmayı çok özlemişim ya! Böyle popüleriteye hitap eden gençlik ağzı yazılarını bırakıp siyasete falan adım atınca bir ciddiyet geldi, hani o kıvırcıktan ‘Ece Hanım’ a bir geçiş yaptım. İlk başlarda iyi geliyor tabi, insanda bir büyümüşlük hissi yaratıyor. Ama sıkıldım ya, eski serbest yazı stilime döneyim dedim. Bak bak nasıl güzel içinden geldiği gibi, konuşma diliyle yazmak. Neyse işte ben böyle bu ciddiyetin arasında salınırken bir haber geldi. Bu hafta arka sayfayı vermişler bana. Tabi öğrenince ilk tepkim ‘Yani tabi ki de yükselecektim, beklediğim bir şeydi. Hep altıncı sayfa olmaz’ oldu. Ama içimden çığlık atıp, ‘Talk Dirty’ şarkısında dans ediyorum. Üç bölüm olacak, son bölümü siyasete ayıracaksın dediler. Hehe benim son blog yazışı işe yaramış diye bir düşünce geçti…
BİR ÇIĞLIKTI YALNIZLIĞIM HEPİNİZ Mİ SAĞIRDINIZ?
18 yaşındayım ve dürüst olmak gerekirse kendi hayatım ara sıra bana bile yabancı geliyor. Ya da en azından bu hayatın bana ait olduğuna hala inanmakta güçlük çekiyorum. Daha kendimi bile tanımamışken ‘Kim olmak istediğim’ ya da ‘Nasıl biriyle olmak istediğim’ sorularıyla boğuşmak zorunda kaldım. Bundan beş sene önce hayata bu kadar karmaşık bakmayan, ne olmak istediğini bilen, gelecek planları olan masum küçük bir kızdım. Çevredeki her şeyin farkına varmak,insanların gerçek yüzlerini fark edebilecek kadar büyümüş olmak iyi bir şey değilmiş.. O pespembe masum dünyada kalmayı çok isterdim. Dünyaya çocuk gözlerimle bakmaya devam etmeyi, hayat denen bu savaşa bilinçli olarak katılmayı hiç mi hiç istememiştim. Ama seçim şansım yoktu. Kimse bana ‘İster misin?’ diye sormadı. Galiba en acı yanı da bu. Çocukken o zaman ki sorunlarımı aşamayacağımı sanırdım. Bir dağ kadar yığınla sorunum var sanırdım. Çok gülünç aslında. Keşke biri bana çıkıp her yaşın kendine has problemlerinin olduğunu ve aslında bu…
‘Ne yapmışım abi ben yaaa’ dememek için…
Geçmişte yaptığım hatalara dönüp bakıyorum şimdi. Hayatıma aldığım beş para etmez insanlara falan. ‘Ne yapmışım abi ben yaa’ diyorum kendi kendime. Ama olgunlaşmamızı sağlayan da yaptığımız hatalardan ders almak değil mi zaten? Bakıyorum şöyle, Oturup iki kelime konuşamayacağım insanlarla ilişki yapmışım. Hani sorsan ne benim müzik zevkime, ne okuduğum kitaplara, ne izlediğim filmlere hitap ediyor. Aramızda ortak paylaşabileceğimiz en ufak şey yok ama yapmışım işte. Neden ? Çünkü yakışıklıydı. Dünyanın en saçma neden bu sanırsam. Ama çocuktuk işte herkes gibi bizde hata yaptık. Diyoruz ya hani ‘Şimdi ki aklım olsa’ diye, aynen. Şimdi ki aklım olsa ne o gereksiz insanları alırdım hayatıma , ne de aynı hataları tekrar yapardım. Ama dedim ya işte bu hatalarla büyüyoruz. Şimdi ki önceliklerimiz çok farklı. Bundan 5 sene sonra daha da farklı olucak. Önemli olan herşeye rağmen doğru olana yaklaşabilmek. Hayatınıza birini alırken dikkatli olun, ileride ‘keşke..’ dememek için. Çünkü sizin ani aldığınız bir…
YÜZYILIN EN BÜYÜK TARTIŞMASI
ERKEKLER SEVEBİLİR Mİ ? Gelelim şu malum aşk hayatımıza. ‘Erkekler asla sevemez’yargısına inancı tam olan kızlardanım ben. Benim için erkeklerin düşünceleri sadece cinsellik üzerine. Kalplerinin bile tek işlevinin vücuda kan pompalamak olduğunu düşünüyorum. Yani bizim gibi sevelim, aşk acısı çekelim falan onlarda yok bu duygular. Tamam kabul ediyorum . Arada sevenler, aşk acısı çekenler falan çıkıyor. Ama o filmlerde ki gibi aşkından ölen, gözü sevgilisinden başkasını görmeyen erkek yok canım. Yalan bunlar. Yıllarca bizi Mecnunlarla, Romeolarla, Edwardlarla kandırdılar ama yok yani. Onlar sadece hayal ürünü. Eminim o karakterleri yaratanlarda kadındır. Çünkü biz kadınların hayalindeki erkek tipi hep aynıdır. Hep ilk 10 maddemize uyan erkekleri ararız ama asla bulamayız. Aramaktan bıkmayız, yılmayız. Ama bir süre sonrada anlarız ki aslında o erkek dünya üzerinde yok. Bu yüzden de elimizdekiyle yetinmeye bakarız. İşte ben hala dünyanın bir köşesinde ilk 10 maddeme uygun, mükemmel erkeğimin olduğuna inananlardanım. Olmadığını bile bile ‘Belki bir Umut’ diyerek…
BLOG SAHİBİ TEDİRGİNLİKLE SUNAR..
Belki yazacağım en sorgulayıcı yazı olacak ama buna değer olduğunu düşünüyorum.. Küçüklüğümden beri Allahın varlığını, gücünü, büyüklüğünü, kudretini öğrenmeye çalıştım. Daha okuma yazma bilmiyoken annem sayesinde Kuran harflerini öğrendim. Duaları ezberledim, namaz kıldım.. Ailem tarafından dinime bağlı bir birey olarak yetiştrildim. Ama şimdi herşey çok farklı. Duyduklarım, okuduklarım, gördüklerim. O kadar fazla düşüncenin içinde bir an kendimi Tanrı’nın (hangi ismi verdiğimizin bir önemi yok, sonuçta hepimiz için tek bir yaratıcı var) varlığını sorgularken buluyorum. Ona inanıyorum evet. Peygamberlerine, kitaplarına, yarattığı herşeye inancım sonsuz. Ama gelin görün ki bazen aklım karışmıyor değil. Diyorlar ki Allah bizi dünyaya sınamak için gönderdi ve onun kuralları altında kullarına irade gücünü verdi. Onun kudreti anlatılmaz, onun büyüklüğü tartışılmaz. Öyle öğrendik, öyle inandık. Peki gelelim kafa karıştırıcı sorulardan birine. Neden bütün insanlara aynı imkanlar verilmedi ? Dışarıda aç gezen o insanların, sıcacık evinde çeşit çeşit yemeğinin bulunduğu sofrasında oturan insandan ne farkı var ? Evet, biliyorum…